4 Temmuz 2010

3 Oralet Osman’dan Doğanay Limonata’ya

Biri soğuk savaş dönemi propaganda tekniklerinin etkisi altında çekildiğini düşündüğüm, marka ismini defalarca tekrar ederek bilinçaltı aşılaması yapmayı amaçlayan bir reklam, diğeri jingle’ı ile insanı hipnotize etmeyi amaçlayan kısa ama fatality bir reklam. Belki daha birçok noktadan değerlendirme yapılabilir, ancak ben bu reklamcılık meselelerinden hem pek anlamadığımdan hem de pek haz etmediğimden toplumsal ve kültürel görüngülerini ele almak niyetindeyim.

Evvela, oralet ve limonata çocukluğumun vazgeçilmez içeceklerindendi. Hele hele narenciye bahçelerinde büyümüş biri olarak limonatanın yeri ve önemi apayrıdır. O zamanlar, hazır dondurma ürünleri (şu an kati surette dondurma olarak görmediğim) ne kadar yaygındı hatırlamıyorum, ama zaten alacak para olmadığını net hatırlıyorum. Kaldı ki dönemin fenomeni meybuz bile bayram harçlıklarıyla alınırdı. Hemi de mahalle bakkalına parayı uzatırken heeeöe şeklinde bir yüz ifadesi oluşması kaçınılmazdı. Bu mutluluğu tatmak için bayramları beklemeyi gerektirmeyen yegâne sonsuz unsur limonata oldu. Naylon poşete limonatayı doldurup veriver buzluğa, sonra kendinden geçercesine bu sonsuz kaynağa yumul. Daha fazlasını isteyemezdim sanırım. Aynı şeyler oralet için de geçerliydi. Büyüklerin "çay içme kararırsın" gibi, sanki İzlanda da yaşıyormuşuz izlenimi yaratan telkinlerinin de etkisiyle oralet vazgeçilmezimiz olmuştu. Salı pazarından ucuza bol bol aldığımız oralet ve bisküvilerle kışı, buz gibi limonatayla da yazı geçirirdik. Hiç olmadı yayla karına pekmezi boca edip keyif sürerdik.

Elbette tüm bu çocukluk öykülerinin dayandığı sınıfsal bir temel bulunmaktaydı. Limonata ve oralet yoksul dünyaların içecekleridir. Limonata reklamını 'creative' bulmayanlar anlamalıdır ki, limonata böyle bir şeydir, olayı budur, ta ta ta ta ta taaaa bir şeydir. Limonatanın sosyeteleştirilmesine karşı açık bir cevap niteliğindedir. Haliyle cancanlı mekânlarda limonata içmenin ferahlığını doyasıya çıkarmaya çalışanların zoruna gitmiş olmalı bu durum. Çocukluğunun nirengi noktası, limonatanın umarsızca finans kapitalin bir nesnesi haline getirildiği reklam olanlar, önce su satarak, baktı işler iyi gidiyor limonata da satayım fikriyatındaki çocuk gibi girişimci hayaller kurarak geçirenler, limonatayı tycoon meselesinden ibaret görenler elbette yadırgayacaktır. Amma velâkin sosyal hayatta wayfarer takmış artist limonlar yok. Sınıfsal ayrışma çok açık. Bizim dimağımızın kaynağı budur. Biz ketılda makarna pişirerek okuduk, bildiğimiz tek sos salçadır. Öyleyse, var mı nazo gibisi, serinliğin lezzeti.

3 yorum:

  1. hmmmm ağzım sulandı.

    pek leziz bir yazı...

    YanıtlaSil
  2. Üstadım Felix Sarotti'nin hayatın ayrıntılarından yola çıkarak finans kapital ve sınıf üzerine kaleme aldığı yine muhteşem bir yazı. Ancak pekmezli yoğurt biraz ıskalanmış gibi. Bir de meysu vardı bizde. Annemin kayısıdan yaptığı meyve suyuna meysu denilirdi evde.

    Öperim hocam...

    Selametle

    YanıtlaSil
  3. Hem damağınızı hem de dimağınızı lezzetlendirdiysem ne mutlu.

    Ancak ben bu pezmezli yoğurt olayını bilmiyorum. Bizim oraların adeti değildi. Bir de çardak vardı. Hani şu bir şişeden 10 şişe çıkarıyodun. Onun vişnelisi şurup gibiydi. Bulunmaz nimetti.

    YanıtlaSil

Anonim kullanıcı olarak göndereceğiniz yorumlarda mail ya da blog adresi gibi iletişim adreslerinizi belirtmeniz önemle rica olunur.

SST Atölye