17 Ocak 2011

8 Hayatın Doğruları ve Yanlışları Üzerine Söylenceler

“Yanlış bir hayat doğru yaşanamaz”, Adorno’nun Minima Moralia’da ettiği “Es gibt kein richtiges Leben im falschen” sözünün tercümesi olarak dile dolanmış olan, tabiri caizse ota boka sürülmüş bir sözüdür. Hayat-yaşam eşanlamlılığını eşitsizliğin her iki tarafında senkronize edersek: “yanlış yaşam, doğru yaşanamaz.” Görüldüğü gibi ilk hali gayet şık bir motto olan ya da kullanıma göre afili bir msn iletisi konumunda olan (hatta Alamancası ulu bir kitabe gibi duran) sözümüz, bu haliyle eee yani? homurdanmalarına maruz kalacak şekilde ağırlığını biraz yitirmiş gibidir.

Sözün aslına “sahtelik içinde doğru yaşam olamaz”* şeklindeki tercümesinin daha doğru olup olmadığından ya da sözün neyi ifade etmek istediğinden ziyade, bir mantıksal önerme olarak nasıl ele alabileceğimiz üzerine ilk başta fikir yürütmek istiyorum.

Öncelikle elimizde yaşamın kendisi ile yaşam(a) biçimi olarak iki ayrı düzey ve bu düzeyleri değerlendirdiğimiz doğru-yanlış ölçekleri bulunmakta. Doğrunun ya da yanlışın neye göre değerlendirildiği verisi ise elimizde bulunmamakta. Ancak mantıksal olarak çıkaracağımız doğrunun yanlışa, yanlışın da doğruya göre değerlendirildiği şeklindedir. Eşitsizliğimiz, yanlış olan bir yaşamın kendisinin doğru biçimde yaşanamayacağı belirtse de, iki tercüme farklı düzlemlere işaret etmektedir. Yanlış yaşamı doğru olarak mı yaşayamayız, yanlış yaşam içinde doğru olarak mı yaşayamayız? İlk önermenin mantıksal formu gayet basittir: yanlış yanlış olduğundan doğru olarak kabul edilemez. Ancak ikinci önermeyi başka bir düzlemde analiz etmek gerekecektir. Nötr bir durumun olmadığını varsayarsak, yanlış yaşam içinde doğru biçimde yaşanamaz ise ancak ve ancak yanlış biçimde yaşanabilir. Buradan yola çıkarak, doğru bir yaşam içinde de yanlış biçimde yaşanamayacağını söyleyebiliriz. Böylelikle, yaşamın kendisini bizim dışımızdaki evren, yaşama biçimini ise bu evrendeki iradi yönelimimiz olarak kabul etmiş bulunmaktayız. Sonuç olarak; yanlış bir yaşamda yanlış yaşanır, doğru bir yaşamda doğru yaşanır ise yaşam(a) biçiminin ölçeğini belirleyen de yaşamın kendisidir. Yani yaşamın kendisi (bağımsız değişken) yaşam(a) biçimleri (bağımlı değişken) üzerinde belirleyicidir (determinant).

İllaki doğru yaşamak için doğru yaşam içinde mi olmamız gerekir? Yanlış bir yaşamda doğru yaşamaya çalışarak yanlış yapmış oluyorsak, yanlış içinde yanlış yaşayarak doğruyu bulmuş olmaz mıyız? Eğer cevabımız, doğru yaşamak için doğru yaşam içinde olmamız gerekir, yanlış içinde doğru yaşanamaz, yanlış yaşanır ise de doğruya ulaşmış olmayız, sadece iki yanlışın içinde olmuş oluruz ise önermeyi belirlenimci olarak kabul ederiz. O halde oyunu kurallarına göre oynayalım ve yaşamın kendisi ile yaşama biçimi arasında anlamlı bir ilişki olup olmadığını ki-kare bağımsızlık testine tabi tutalım.

Ho hipotezi: yaşamın kendisi ile yaşama biçimi arasında bir ilişki yoktur.
H1 hipotezi: yaşamın kendisi ile yaşama biçimi arasında bir ilişki vardır.

Yanlış yaşam içinde yanlış yaşayarak iki yanlışın içinde olunduğunu, doğru yaşam içinde doğru yaşayarak da iki doğruya sahip olunduğu varsayalım.

Yanlış yaşam
Doğru yaşam
Toplam
Yanlış yaşamak
-2
-1
-3
Doğru yaşamak
-1
+2
+1
Toplam
-3
+1
+2






Serbestlik derecesi = (2-1) (2-1) = 1
α 0,05 için Ki-kare dağılım tablosundaki kritik değeri: 3,84


= -9,3+-0,16+-0,16+6 = -4,5


-4,5 ‹ 3,84 olduğuna göre Ho hipotezi kabuldür.

Yani bu saçma ki-kare analizimiz göstermiştir ki, yaşamın kendisi ile yaşama biçimi arasında bir ilişki yoktur. Eğer önermenin gerçekte doğru olduğunu düşünüyorsak Adorno bu nokta da error (type II) vermiş olur. İstatistiki analizden vazgeçip diyalektiğe başvurduğumuz da ise birbirini etkileyen bir ilişkisellikten bahsetmemiz mümkün olacaktır. Ancak bu ilişki nerede başlayıp nerede sonlanacaktır. Adorno’nun diyalektiği ele alışı gibi meseleler de işin içine girdiği vakit problem daha çetrefilli bir hal alacaktır. O yüzden ilk formülasyonumuzu temel alıp, şu şekilde revize etmemiz daha yerinde olacaktır: “Yanlış bir hayat doğruy-muş gibi yaşanamaz.”

Buradan çıkaracağımız sonuç ise bu hayat oyununun mış gibi yapma oyunu olduğudur.

Örnekleyecek olursak; çeşitli insanlardan çeşitli biçimlerde bize her allahın günü yöneltilen sorular aslında bu oyunun stratejik bir parçasıdır. Ne zaman okulu bitireceksin, tezini vereceksin, askere gideceksin, iş bulacaksın, evleneceksin, çocuk sahibi olacaksın, emekli olacaksın gibi gibi uzayıp giden amansız soru trafiğine maruz kalmak…

-ne zaman bitiyo okul -bilmem, noldu ki? -ee bitir artık -sebep? -bitir, bir an önce hayata atıl. (iç ses) ulan sabah 7 evden çıkıyon, akşam 7 eve varıp zıbarıyon, tüm bu zaman zarfında ise başkalarının kesesini doldurmak adına kendini tüketiyorsun. Tek sosyal çevren kayınçon, bacanağın vs. Çalışmak dışında tek etkinliğin tv izlemek, kırk yılda bir pikniğe gitmek. Sen mi hayatın içindesin ben mi, atıl kurdum hadi bi söyle?

-ne zaman gidiyon askere? -bilmem, düşünmedim. -git git bir an önce. -sebep? -git, çıksın aradan. (iç ses) askerlik şubesinde mi görevlisin, yoksa sana görev mi verdiler, gitmeyeni teşvik et, kanına gir diye. Sen çıksan daha iyi aradan.

-iş noldu iş? -hayırdır, iş mi vercen? –yoo -iş mi buldun yoksa bana? -yoo -iş kurmam için sermaye mi vercen, yoksa ortaklık teklifin mi var? –yoo -iş için yardımcı olabilecek tanıdıkların mı var? –yoo –o yok bu yok ne diye kafama çörekleniyon? (dış ses) kaf kaf sin sin sin kafsin kafsin kaf...

Evliliğinden mutlu olmadığı halde, başkalarına ne zaman evleneceksin diye sormak, sevmediğin bir işte köle gibi çalışmanın berbat bir şey olduğunu bildiği ve gördüğü halde başkalarına ne zaman iş bulup, çalışacaksın diye sormak vs vs. Bütün bu soruların sebebi, bu soruları bana başkaları da sordu, ben de onlara uydum şimdi sana soruyorum ki sen de bizimle aynı yanlışları paylaş, paylaş ki bu şekilde yaşamanın yanlış olmadığına kendimizi inandırmaya devam edelimdir. Eğer sen böyle yaşamazsan, bizim içinde bulunduğumuz yanlışlar görünür olacaktır. Bu yaşamın yanlış olduğunu göstermeye çalışan birine, bırak yahu sen mi düzelteceksin diye soran biri acaba neyi düşünmekte. Boşuna uğraşmasına, heder olmasına mı üzülmekte acaba? Sen bu vakte kadar bana sorduklarının hepsini gerçekleştirerek gerçekten mutlu oldun mu? Aldığım yanıt çoğu zaman hayır olsa da, herkes sorunun da cevabın da rahatsız ediciliğinin farkındadır. Eğer sahtelikleri yüzüne vurursan şimdiye kadar tutunduğu varlık zemininin çökeceğini iyi bilir. Sahtelik içinde olduğunun bilincindedir. Yanlış bilinç, yanlışın bilincinde olmama hali değildir. Görmezden, duymazlıktan, anlamazlıktan gelme bu riski bertaraf etmenin en iyi yoludur. "Eee napalım hayat böyle", "herkes böyle yaşıyor" sığınılacak sözler olur (self-mystification). Bu durum bazı kağıt oyunlarındaki madem ben battım başkalarını da batırayım stratejisine benzer. Bu hayat oyununda işbirliği doğru bir yaşam kurmak yöneliminde değildir. Tüm bu sorular yanlış bir hayatı paylaşma çabasının ürünüdür. O halde Adorno’nun sözlerini yanlışın doğruymuş gibi gösterildiği bir sistemin eleştirisini yapmak olarak alımlayabilir ve bir tür hatırlatma biçimi olarak düşünebiliriz. Ve mutlu, mesut bir şekilde o meşhur şarkıyı coşkuyla söyleyebiliriz: Yanlış zaman, yanlış insan, tutunmak imkansız, yamalı sevdalardan…

*bkz. "Üniversite A.Ş.'de bir 'homo academicus': 'Ersatz' yuppie akademisyen" Hasan Ünal Nalbantoğlu, 2003, Toplum ve Bilim 97, dipnot 42.

Devamını oku...

4 Ocak 2011

2 Angsiyetik Malignite Aforizmik Arkhe

Bu yazının nereye varacağına dair en ufak bir fikrim yok. Seyir defterini yazan ben miyim, tanrı mı? Emin değilim.


Son zamanlarda doğduğum büyüdüğüm toprakları düşünmekteyim.

Daha doğrusu kendi geçmişimi düşünmekteyim.

Aklımda bir fotoğraf var sürekli. Geleneksel mimari ile yapılmış bir eve giden kopuk elektrik telleri var fotoğrafta. O kopuk elektrik teli her fotoğrafa bakışımda bana moderniteden kopuşu çağrıştırıyor. Oysa modern yaşam için terk edilmemiş miydi o ev?

Taşıyamayacağım yükün altına girmemeyi öğretmemiş mi, küçükken folluktan alıp avucuma sığmadığı için ceplerime doldurup kırdığım yumurtalar. Öğretmemiş anlaşılan.

Babaaa’nın yazısı üzerine bu yazıyı ele aldım. Bu sebeple girift ve herhangi bir dizgeye uymadan ilerleyecek ya da gidecek ya da akacak. Çünkü ilerleme tartışmalı, gidiyorsa yönü mü var, nereye gider? Akıyorsa, iki kez yıkanabilir miyim? Yıkanırsam nasıl yıkanırım? Şöyle ya da böyle yıkanırım. Ama neden? İnsanoğlu işte burada dumura uğrar, o sebepledir ki ne ne’lik ve neden sorularına saplanır?

Ben şimdi şu saatte kendimi şuracıkta öldürüversem, sabah kalktığında beni ölü bulan sevgilim ne yapar? Ne düşünür? Bu yaptığımı anlamlandırabilir mi? Kendinizi sevgilisini ölü bulan birinin yerine koyun? Neden sorusunu mu sorarsınız nasıl sorusunu mu?

Ben nedeni seçerdim. Nasıl basittir. Bir şekilde öldürürsünüz kendinizi. Kalemle de olur, tirbuşonla da olur, kalorifer borusuyla da. Ama durduk yere neden? Bu soru insanı kemirip bitirir. Konu var olmak olunca da nasılını biliyoruz. [Hitler ve Yahudi kadınlar sağ olsun, kadın hastalıkları ve doğum konusunda bugün bildiklerimizi biraz da onlara borçluyuz. Yüzlerce Yahudi kadın dokuz ay boyunca her gün öldürüldü bunun için.]

Leylekler getiriyor işte. Ama niye getiriyor? Beni bir sabah daha nefes almaya iten “nedir”, “nasıl” değil. Varoluş bir yumurta gibidir. Çok basit, çok aciz bir dokunuş onu yok etmek için yetebilir, bir o kadar da mucizevîdir, her gün kırıp yediğiniz şeyin içinden gözünüzün önünde bir canlı çıkıverir. Her neyse. Pekiyi o halde beni kendimi öldürmekten alıkoyan ne, bunca sıkıntıya katlanmama sebep ne? Tam da ölümün kendisi mi acaba? Bir an hiç ölmeyeceğimi düşünsem bunca sıkıntıyı çekmenin bir anlamı kalır mı? Sanırım kalmaz, ne de olsa illaki bir gün istediklerimi yapabilirim çünkü, belki sekiz yüz yıl sonra ama yapabilirim. Pekiyi ya sekiz yüz yıl sonra şimdi yapmak istediğim şeyin bir anlamı kalmaz ise yine de onu yerine getirmiş olmamın bir anlamı olur mu, olmaz mı? Hımmm, yoksa moda, çağın ruhu biricik mi? Yoksa aynı yerde iki kere çimemeyecek miyiz? Ya cennet? Bakın burada nasılı sorabiliriz işte.

Bir teorisyen kardeşim benden evli olmanın gündelik pratikleri ile ilgili bir yazı yazmamı istemişti? O zaman sorarım birlikte yaşayanlara sabah kalktığınızda yanınızdakini ölü bulduğunuzda ne yapacağınızı ya da onun sizi ölü bulduğunda ne yapacağını? Ya da bir şeyleri olduğu gibi bırakıp hep hayaliniz olan bir yerlere gitmenizi engelleyen nedir, bira içip sigara içmenize engel olan nedir?
Devamını oku...
SST Atölye