Bir durum, olay, imaj, metin veya konuya ilişkin olarak bir takım bilişsel süreçler neticesinde onun hakkındaki bilgimizi yorumlama, değerlendirme ve eleştiri ile bir üst düzeye çekeriz. Bir metni okuyup, üzerine düşündükten sonra bir üst aşamaya geçip onu yorumlamak gibi. Bu oldukça basit bir formülasyondur.
Şeyler hakkında oluşturduğumuz bu üst konumu ise biraz genişletirsek; yorum, eleştiri ve değerlendirme kavramları aynı bağlamı paylaşıyor gibi gözükseler de birbirinden ayrı kategoriler olarak düşünülebilir. Yani bir şeyi yorumlamak, eleştirmek ya da değerlendirmek birbirinden farklı epistemolojik noktaları temel almaktadır. Kategorik olarak ayrıştırma işlemi, aslında bunun doğal bir sıkıntısı olan katı sınırlar çizmeyi beraberinde getirse de, her birinin kendine içkin bir düşünsel dizgeye sahip olduğunu basitçe göstermek açısından gereklidir. Muhakkak örtüşmelerin, iç içe geçmelerin, benzer süreçlerin varlığı da kabul edilmelidir. Ama sözlükteki genel anlamlar, genel kullanımlar, gündelik deyişler ile epistemolojik bağlamlar da birbirinden ayrıştırılmalıdır.
Yorumlama ile öznel bir biçimde şey hakkında betimlemeyi aşan birtakım ifadelerde bulunmuş oluruz. Bu genel anlama itiraz etmemekle birlikte ‘yorum’ kavramının yorumsamacılığın epistemolojik temelini teşkil eden bağlamı da göz önünde bulundurulmalıdır. Hermes’in insanlara iletmekle mükellef olduğu mesajı tanrıdan doğrudan doğruya açık olarak değil de bir anlam olarak alması gibi, yorumun bir ‘anlama’ süreci içinde anlam kazandığından bahsedebiliriz. Tıpkı ‘tefsir’le ifade edilen gibi. Tefsir de açığa çıkarmak, açıklamak, şerh etmek, üzeri kapalı olanı açmak, üzerindeki örtüyü kaldırmak olarak ifade edilir. Sonuç olarak, bir metni yorumlamak demek o metnin içinde gizil bir takım anlamların varolduğunu ve bu anlamları öznel temelde anlaşılır kılmak için açığa çıkarılmasından bahsetmiş oluruz.
Eleştiri kavramının etimolojik kökeni epistemolojik bağlamını da hemen ortaya çıkarmaktadır. Yunanca ‘krisis’, tartışma ve ihtilafa atıfta bulunur. Kritik, çatışmalı bir süreçle –krizle- ilgili bir karardır. Zaten kriz ile kritik aynı kökendendir. Bu anlamda sıkça yanlış biçimde kullanılan pozitif eleştiri, yapıcı eleştiri gibi tanımlamalar eleştirinin niteliğini ifade etmekten uzak görünmektedir. Eleştirinin kendisi nötr bir kavram değildir zaten. Eleştiri özü gereği olumsuzlayıcıdır, yıkıcıdır. Tabi bu görüş açıkça eleştirel teoriye atıfta bulunmaktadır. Buna göre, bir şeyi eleştirmek, kritize etmek o şeyin –ideolojik anlamda- bir vehim biçime sahip olduğu iddiasını taşır (Ideologiekritik). Yerici anlamdadır. Tıpkı Marx’ın eserlerinde kullandığı gibi (örn. politik iktisadın eleştirisi) ele alınan durumun derinlemesine ayrıştırılarak (teşhis edilerek, ‘hastanın durumu kritik’), yerici biçimde sorgulanması söz konusudur. Ama Benhabib’in dediği gibi “eleştiri, iyi yargıdır”.
Yorumlama ve eleştirinin de bir değerlendirme biçimi olduğundan bahsedilebilir. Ama burada da bir kategori oluşturmak istersek, değerlendirmenin daha betimleyici, nesnel bir çerçeveden hareket ettiği iddia edilebilir. Örneğin değerlendirme kavramı genelde ölçme kavramıyla bir çift oluşturmuş biçimde karşımıza çıkar. Measurement and Assessment (Ölçme ve Değerlendirme)... Bir şeyi değerlendirirken bir takım standartlardan, ölçütlerden hareket ederiz. Uygunluk, doğruluk, tutarlılık vb. Burada değerlendirmeyle hareket noktamız nesnenin kendisi olacaktır öncelikle. Elbette bu, değerlendirmenin sübjektif/normatif olamayacağı anlamına gelmemelidir. Ancak, değerlendirmenin daha çok neden-sonuç ilişkisi oluşturan bir düzlemde şekillendirilecek bir forma sahip olduğu iddia edilebilir. Örneğin bir metni değerlendirirken metnin giriş, gelişme ve sonuç açısından bir tutarlılığa sahip olup olmadığı, çıkış iddialarının temellendirilip temellendirilmediği gibi bir analiz düzeyi oluştururuz.
Amacım sadece basit ve kategorik bir biçimde yorum, eleştiri ve değerlendirmeyi ele alarak bu tutumların da kendi başlarına bir düşünsel düzlemi olduğunu ifade etmek değil, bu süreçteki düşünsel edimlerin önemine dikkat çekmektir. Şeyler hakkındaki bilgisel konuma illaki o şey hakkında ciltlerce kitap okuyarak değil, deneyimle de ulaşabiliriz. Ancak salt deneyimin kendisi değil, deneyimin içerdiği birikimlerin, çelişkilerin bilince vurması ile. Yani öyle ya da böyle düşünsel edim muhakkak gerekli bir unsurdur. Bir şeyi yorumlama, eleştirme ya da değerlendirme akıl yürütme, sorgulama ve üzerine düşünme faaliyetlerinin neticesinde ortaya çıkar. Eğer düşünsel edim olmadan bir şey hakkında konuşuluyorsa eskiden buna saçma ya da safsata denilip geçilebilirdi. Ancak bugün durum daha farklı bir noktadadır.
Üzerine düşünmeksizin yorum, eleştiri ve değerlendirme yapmak saçmanın ve safsatanın ötesinde kanaat olarak itibar kazanmıştır. Saçma ve safsata kendisini saflıkta gösterir ve bu yüzden gerçeğin bilgisinden ayrıştırmak kolaydır. Ancak kanaatler daha flu, daha sinsidir.
Televizyonlardaki tartışma programlarından, ana akım gazetelerdeki köşe yazılarına, kahvede okeyle birlikten döneninden, twitterdaki ahkam kesmelere kadar bombardımanı altında olduğumuz kanaatler, bahsettiğim düşünsel süreçler atlanarak oluşturulur. Kitle iletişiminin gelişmesi, bilginin dolaşımının genişlemesi vb. süreçler ile kamuoyu denilen uzamda düşünme edimi olmaksızın ortaya salınan kanaatler daha fazla yer edinir hale geldi. Kitleler aslında hiç de düşünmedikleri halde kanaat sahibi olarak düşünüyormuş illüzyonu içine daha fazla girmekteler. Kanaat teknisyenleri de mekanizmanın kusursuz bir biçimde işlemesi için aralıksız çalışmaktadır. Burada bir düşünce olmadığını söylediğinizde ise insanların söze hakim olmalarından korkan, halka uzak bir elitist olmakla da suçlanabilirsiniz. Oysa basit bir soru: bu söylediğin sözler gerçekten senin mi? Örneğin politik ya da aktüel gelişmeler hakkındaki bilgiye yalnızca ana haber bültenlerinden ya da gazetelerden ulaşan birisi (hatta bunu yaparak kendini bilgili ve düşünce sahibi hissedebilir), edindiği kanaatin de aslında şablon bir kanaat olduğunun farkında mıdır? O halde ortada yalnızca düşünsel temeli olmayan kanaatler değil, kopya kanaatler bulunmaktadır.
Önüne mikrofon uzatılan ve sanki soru hakkında konuşması zorunlu olan ya da konuşması için koşullandırılan vatandaşın sarf ettiği “herkesin bir popisi vardır” sözü hala atmosferde amaçsızca dolaşsa da yalnızca bir saflık göstergesi değildir. Televizyonda politika hakkında gevezelik yapanlardan ne eksiktir ne de bir fazla. Ama bize bir denklem vermiştir. Kanaat bombardımanının yarattığı kafa karışıklığından kurtulmanın belki de en iyi yolu her şeyi bu sözle eşitlemektir. Herkes aslında aynı şeyi söylemektedir: “herkesin bir popisi var.” Böylelikle bunu da basitçe popicilik –homo-popilusların popinion’da popisyenlik yapma popiliği- olarak adlandırabiliriz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Anonim kullanıcı olarak göndereceğiniz yorumlarda mail ya da blog adresi gibi iletişim adreslerinizi belirtmeniz önemle rica olunur.