17 Şubat 2009

0 Güneş "SABA" Çıkar "RAST" İner


Sabah; gündoğumu, umut doğumu, yeşer hallerin ızdırabı...

Hilmi efendi gündoğumundan kinaye neyiyle saba makamından soluk üflüyor.

Sabah ezanıyla müderris efendi de aynı makamdan Hilmi efendiye eşlik buyuruyor...

"Dügâh kopup Segah ve Çargâh ve NimSabâ ve Hüseyni perdelerini gösterip ve Hüseynîden dönüp bî Neva, Sabâ Nimi ile Çargâh ve Segahtan sonra Dügâhda karar eder." dedi neyzen.

"İki tam sesle başlayıp üçlü dörtlü ve tam notalarla başlayıp devamıyla tam notadan dönüp eksik beşli, eksik dörtlü ve dörtlü ile üçlü notada dem vuran sonunda da ikili tam notada bitiş veren çıkış sesli, çıkışı bülbüle hezeyan bir makamdır." dedi müderris efendi.

Ama birinden "Allah" diğerinden "Huuu" sesi yükselerek geldi bu öbek öbek kelimeler...

Peyami amca dört duvar arasından "es" verdi... Zamanı kollayan udi ise perdesiz ar penceresinden şehvet dolu tizsiz tok bir la verdi.

Gün doğarken musikinin eşrefperverliği filhakika inancın biteviye yürek tellerine tın verdi...

Tıınlayan, annn ve an tok tellere müzdarippp huu allah seyrini eyledi....

İnsanın doğayla, doğanın bilinçle, bilincin sevgiyle, sevginin huzurla buluştuğu, hükmedip yürüdüğü bu hayat...

Takat, sadakat, ahlak, muallak...
Devamını oku...

10 Şubat 2009

0 İstidat

Son zamanların insanı, bilhassa "ben" ile başlayan öznelerin dünyası yaptıkları veya oldukları şeyi kabiliyetle nitelendirebilmektedir... Bunun bir açısı bize yaptıklarımızı yapa-bilmemiz için kabiliyet sahibi olmak, kabil olmak, özü itibariyle bilgi seviyesinde dolaşan, yapılan her neyse onun hakkında doğal davranışlara sahip olmak veya bunu kolayca ve kısa zamanda gerçek kılmak olarak düşünebiliriz.

Kabil olmak etimolojik kökeni itibariyle farsça kökenli bir anlam olarak "mümkün" olmak anlamına gelir. Bu durumda kabiliyet mümkün kılmak anlamına gelebilir. Arapça kökeni ise "istidat"tır. İstidat ise Arap coğrafyasında önemli bir yer teşkil eder. İsti-ab su dolduran veya bulan anlamında, isti-bdat başıboş hoyrat davrana-bilen anlamında kullanılır. "İsti" ile "dat" arasında yer alan "b" kuranda yer alan anlamıyla "elif" öz ise "b(e)" özün bulunduğu yer sıfatını taşır. Bu anlamda istibdat zaman ve mekânda özgür irade sahibi, kadir varlığın bulunduğu durum olarak ifade edilebilir.


Gelelim meselenin özüne. "Ben" dünyası kabiliyetten gittikçe yoksunlaşmaktadır. Yukarıda da ifade ettiğim gibi bu, beceriden ziyade, zaman ve mekânda irade kullanamamak ve olamamak anlamını taşır. Varoluş niteliklerinden yoksunluk bir özne olamamayı da beraberinde getirir. Bu da özgün olamamayı ve giderek silikleşmeyi beraberinde getirir. Buradaki "öz" ün anlamı açık nüve, çekirdek, varoluşa içkin olan, anlamını taşır. "gün" ise orta Asya Orhun kitabelerinde anlamını bulur. Buna göre Türk kavmi ay ve yıl zamanından ziyade gün hesabıyla yaşamaktadır. Her geçen gün o coğrafyada bir başarı ve özgürlük için bir çentik daha demektir. Dolayısıyla öz-gün varlığını özünü bozmadan devam ettirebilmek sıfatına dönüşür. Bu kadar var olmak ve irade göstermek insan ırkı için önemliyken tersi bir hayat tasavvuru genlerimizi kemirmektedir. "Ben"i kemirmektedir.

Devamını oku...

0 Tartar Üzerine


“Tartar Üzerine Etimolojik ve Antropolojik Tetkikler”

2. Dünya Savaşı üzerine bir kitabı araştırırken rastladığım “Firearms: A Global History to 1700” adlı kitapta yer alan bir dipnottaki bilgi, kelimelerin çağrışım dünyasındaki serüvenini harikulade bir biçimde gözümün önüne seriverdi. Mevzu şu; Call of Duty oyununu adlandırdığımız, -ne zaman kim tarafından adlandırıldığını hatırlamıyorum ama kolektif şuursuzlaşma akabinde hezeyan bir biçimde kullana geldiğimizi bildiğim- “Tartar” kelimesinin aslında etimolojik ve antropolojik bağlamda tarihsel bir gönderimi olduğunu öğrendim.


Tartarus, Tartar ve silah


Kitapta ateşli silahlar hakkında batı yazınında yapılan bir takım atıflardan bahsedilmektedir. “…Petrarca’ya göre ateşli silahlar cehennemden gelen bir araçtı. John Mirfield şeytanın ajanı, Francesco Guicciardini insandan daha şeytani, Erasmus cehennem makinası, İngiliz edebiyatının en büyük epik şairlerinden John Milton ise Paradise Lost adlı eserinde ateşli silahları şeytanın cehennem güçleri arasındaki sürpriz bir gücü olarak niteler. Orlando Furioso’nun kahramanı ise okyanustan gelen ilk silaha şöyle haykırıyordu: “lanet olası, şeytani makine, seni Beelzebub’un Tartarus’un derinliklerine attığı gibi derinlere atacağım.”
Dipnottan giderek burada ifade edilen Tartarus ya da Tartaros’un, Yunan mitolojisinde, hem bir Tanrı hem de yeraltında bir yer adı olduğunu öğreniyoruz. Biraz daha ayrıntılı bilgi edindiğimizde ise, ünlü şair Hesiod’a göre ağır bir demirin cennetten dünyaya düşmesi dokuz gün almaktadır. Şaire göre, bir dokuz gün daha sonra Hades’in bile altında yer alan Tartarus'a ulaşır. İlyada'da Tartarus'la Hades'in arasındaki uzaklığın dünyayla cennet arasındaki uzaklıkla aynı olduğu söylenmiştir. Beelzebub ise burada şeytanın bir lakabı olarak kullanılır. Yukarıda ateşli silahlara ilişkin batı yazınında verilen şeytani atıfların yunan mitolojisine göndermeyle tamamlandığı görülmektedir. Bu nokta esas olarak bir başka atıf’a gidecektir. Avrupalılar, çoğu zaman Moğollar için kullandığı ama onlarla ilişkili olsa da farklı bir bozkır göçebesi olan Tatarlara, Latincedeki Tartarus’a benzerliğinden ötürü “Tartar” demiştir. Silahla Tartarus arasında kurulan bağ, Tartarus’la Tartara, oradan da tekrar silahla Tartara taşınmıştır. (eşine az rastlanabilecek etimolojik kaymaya hayranlığımı tekrardan belirteyim) Burada etimolojik bağlamın dışında tarihsel bir anlam söz konusudur. Çünkü Batılılar üzerinde silahların gelişimi hususunda Tatarların (batılı deyişle Tartar) rolü çok önemlidir. Gerçi Batılılar kimi zaman Türkler, Moğollar ve Tunguzlar içinde Tartar demişse de (şunu da belirtmek gerekir ki Tatar da zaten eski Türkî dillerinde diğer insanlar anlamına gelmektedir), burada esasen Doğu Avrupa’daki Tatarların rolü olduğuna dair tarihsel ipuçları bulunmaktadır. Örneğin Tatarlar tarafından Osmanlı ordusuna kazandırılan ama Avrupa’da yaygınlık kazanan Tatar yayı olarak bilinen yay, Ortaçağ Avrupa’sında şövalyelerin zırhını deldiği için favori silah olmuştur. Tatarlar hem geliştirdikleri silahlarla, hem de yaptıkları güçlü akınlar karşısında geliştirilen silahlarla, bu anlamda batıda silahın gelişimi konusunda önemli etkileri olmuştur. Osmanlı ordusu içinde rolleri çok önemlidir. Halk arasında cesur ve korkusuzca düşmanın üzerine atıldıkları için Deliler diye anılan askeri birliğin dağılmasından sonra ortaya çıkan boşluk Tatar savaşçılarca doldurulmuştur. Sonuç olarak, Tatarlar ateşli silahların gelişim gösterdiği 13. ve 14. yüzyıllardaki siyasi ve askeri alanlardaki etkileriyle bu anlamda batılılar nezdinde silahla Tartar arasında bir bağın oluşmasına vesile olmuştur. Başta alıntıladığım betimlemelerdeki şeytani imgeler ise ‘diğerleri’ne içkin olarak silah üzerinden ifade edilmiştir.

Çayır çimendeki ineklerin sırrı


Call of Duty 2 oyununda kimi haritalarda görülen ve üzerlerinde sineklerin vızıldadığı ölmüş inekler ile Tatarlar arasında da kuracağım bağ, ateşli silahların gelişimiyle Tatarlar arasındaki bağa denk düşecektir. Bilinen ilk biyolojik silahın Tatarlar tarafından 1346 yılında kimi kaynaklara göre Cenevizlilerin kuşatılmasında kimi kaynaklara göre ise şimdiki Ukrayna sınırları içinde kalan Kaffa’yı kuşatmaları sırasında kullanıldığı bilinmektedir. Vebadan ölmüş askerlerin cesetlerini ve fareleri mancınıkla şehrin surlarının içine atmışlar ve şehirde veba hızla yayılınca Tatarlar savaşı kazanmışlardır. Daha sonraları yaygın bir biçimde hem 1. hem de 2. dünya savaşlarında şarbonlu inekler Tatarlardan örnek alınarak kullanılmıştır. Özellikle alman casuslar düşman ülkelere ihraç edilecek hayvan yemlerine şarbon bulaştırarak sabotaj eylemlerine başvurmuşlardır. Oyundaki ineklerin silah kurşunuyla ölmedikleri dikkatli bakıldığında anlaşılabilir. Belirgin biçimde hastalık kaparak öldükleri görülmektedir. Ancak yemlerindeki şarbondan dolayımı orada öldüler yoksa şarbonlu inekler cephede bir biçimde kullanıldılar mı bunu kestirmek zordur. Çünkü Fransa haritalarındakiler birinci biçime yorulabilir ama farklı haritalarda da alakasız biçimlerde ölü inekler görülebilir.

Sonsöz


Hegel’in sözcüklerin tarih içindeki serüveni olarak adlandırdığı şeyin gelip de şuursuz benliklerimize çarpmış olmasını, bizim sıradan hayatımızın bir köşesinde dilimize vurmasını neye yormak gerekir acaba…
Devamını oku...
SST Atölye