3 Aralık 2010

6 İzdüşümsel Sevişmeler

“Las Maninas”a ilk bakıldığında, algılarda, herhangi bir sergi salonunda rastlayabileceğiniz herhangi bir tabloya verilen tepkiler oluşturur. Sayısız noktayla başlanan sayısız tonun birleştirilmesi-parçalanması sürecinde etkin olan yönlendirici güç, sayısız deneyim ve değme noktalarının biçimlendirdiği bakıştır. Fakat daha dikkatli bakıldığında, odak anına kadarki birleştirme-parçalama sürecinde değişiklik olur; çünkü tabloda bir ‘değişim’ vardır ve daha derine inildiğinde bir soru akla takılır: Tablo nerede?

Bu metin; ‘Facebook’ adlı bir internet sitesinde görülen bir resmin -Las Maninas’ın- sordurduğu sorunun bir nevi zamanın ruhuna uygun biçiminin, bir başka deyişle ‘fotoğraf nerede?’ sorusunu sordurmasının ve yazarın hem adı geçen internet sitesinin, hem de internet ve genel deyişle bilişim teknolojilerinin içsel eleştirisi üzerine kurulmuştur.

Zamanı tanımlarken, an ve geçmiş ve gelecek arasında ardışıksal bir ayrım yaparız. ‘An’ı, şu an içinde yaşanılan zaman olarak tanımlarız ve geçmiş, bir önceki ‘an’a tekabül eder; geçmişin hangi anlar olduğu ise tanımlamada yerini bulur: dün, bir hafta önce vb. Fakat ister istemez insan -pozitivizmin kıyısından dolaşma tehlikesi göz önünde bulundurularak- ‘an’ı değil geçmişi algılar. Işığın yansıması ile geçmişi görürüz, sesin hava içerinde hareketi ile geçmişi duyarız ve bu durum fark edilmez ve her ‘an’ı şu an olarak değerlendiririz.

İnsanın kendi tablosunu yaptırması uzun bir süre bir ayrıcalık olarak görülmüştür. İster aristokrasi ister hanedanlık mensupları olsun, kişinin resmini yaptırması; görünüşünü ölümsüzleştirmekte, tebaasına ve ona hayali kan bağıyla bağlı olan bir sonraki kuşaklarına “bu dünyada ben yaşadım” diyebilmenin sessiz bir yolu olmaktadır. Velhasıl bir sonraki nesle aktarılan bu resimler; bir sonraki neslin kendi sefil varlıklarını, doğuştan farklı olduklarını diğer ahmaklara kabul ettirebilmesinin en gösterişli yolu olmuştur. ‘An’ın hapsedilmesi, bir ressamın elinden fotoğraf makinelerine geçişle -bu ölümsüzlük arzusu- genele yayılmıştır.

Şu anda eski moda olarak tanımlanan hemen hemen tüm ev dekorasyonlarında, odanın bir köşesinde hayali kan bağının izini sürmek mümkündür. Gelecek nesillere bırakmak için fotoğraf kamerasının karşısına geçilmesi ve ortaya çıkan görüntünün misafir odasında ya da oturma odasında baş köşeye asılması, sergilenmesi; misafirlere o evin kimin iktidar alanı olduğunu ya da hangi hayali kan bağına sahip olunduğunu gösterir.

Aile albümlerine baktığımızda ise düğün resimlerinin yoğunlukta olduğunu görürüz. Birçok kişi anne ve babaların gençlik yıllarındaki görüntülerini, onların düğün fotoğraflarında kurgular. Her düğün, başrollerini gelin ve damadın paylaştığı bir tiyatro oyunu gibidir. Hem başrol oyuncuları hem de davetliler kendilerine düşen rolü kusursuzca yerine getirmekle beraber, zaman içersinde bir başka düğünde değişecek olan rollerine de kendilerini hazırlar. Bölgeden bölgeye ve sosyal statülere göre bu roller değişiklik gösterse de, her düğün kendi içersinde belli kalıplar barındırır. Bu kalıplar hem eğlenmenin meşruluk sınırını çizer hem de beden içersinde dağılmış rollerin hangi eylemlerle sergilenebileceğini belirterek bedenlerin davranış potansiyelini yoğunlaştırır. Düğün sırasında ve sonrasında çekilen fotoğrafların niceliği ise, tiyatro oyunundaki oyuncuların rollerinin ağırlığına ve nitel çeşitliliğine bağlı olarak farklılaşır. Başrolü paylaşan gelin ve damadın en fazla sayıda fotoğrafı bulunurken, sadece izleyici olarak rollerini yerine getiren misafirlerin fotoğrafları en az sayıdadır. Eski aile albümleri karıştırıldığında, albümlerin çok büyük bir bölümünü düğün fotoğraflarının oluşturduğu görülür.

Günümüzde; fotoğraflama teknolojilerindeki ilerleme ve fotoğraf makinelerinin satın alınabilirliği ve satın alınmasının teşviki, insanın yaşamı algılamasında derin bir parçalanmaya yol açmıştır. Herhangi bir konsere gittiğimizde, konser ‘an’ını diğer izleyicilerle paylaşmanın yerini ‘an’ı karelere almak ve gösteride izleyici olarak yer almanın biçimlendirilmiş ve kabul görmüş eğlence anlayışına uyulduğunun kanıtı olarak fotoğraf çektirmek almış ve konser, yaşamın tek kişinin başrolde olduğu gösteriye dönüştürülmesinin sessiz ve boyun eğici ve çoğu zaman onaylayıcı bir kabulüne dönüştürülmüştür. Bu, teşhirciliğin kabul edilebilir bir boyutunu oluşturur. Bu açıdan ‘facebook’ adlı internet sitesine, kabul edilebilir teşhirciliğin paylaşım ve günümüzde yalnızlaşan ve varlığının diğerleri tarafından onaylanmasına mahkum bırakılan insanın sanal alanı olarak bakılabilir. Fotoğrafların paylaşımı, müziklerin paylaşımı, o anda hissedilenin paylaşımı olarak adlandırılan yeni paylaşım teknolojileri; insanları hem kendi hem de diğer kullanıcıların beğeni kalıpları üzerinden tahakküm uygulamaya yöneltmektedir. Bu durum Foucault’nun ‘panoptikon’unda, görülüp görülmediğini bilmezken mahkumun eylemini –fiziksel korkunun içselleştirilmesi yoluyla- gardiyanın istekleri doğrultunda yönlendirmesinin bir nevi tersine dönüşü, yani mahkumun eylemini gardiyanların istekleri doğrultusunda yönlendirmesinin altına görülebilme arzunu yerleştirmesidir.

‘Facebook’, diğer sosyal paylaşım siteleri gibi kendini kullanıcıları aracılığıyla var eden, büyüten ve onlarla etkileşimli olma iddiası ile kullanıcılarına göreli özgürlük ve kendilerini tanıtma-tanımlama ve bu tanıtma-tanımlama olanağını diğerleri ile paylaşma olanağı verdiği iddiasındadır. Fakat bu tanıtma-tanımlama süreci, gündelik hayatta yoğunlukla olduğu gibi beden-beden etkileşiminden ziyade, beden-makine, makine-makine ve sonuçta makine-beden etkileşimine dönüşmektedir. Böylece tanıtma-tanımlama süreci, makine ve makinelerin gelişmişlik düzeylerine, bakış açılarına bağımlı hale dönüşmektedir. Herhangi bir insanın fotoğrafına ve profiline baktığınızda edindiğiniz; o insanın geçmişteki halinin, makinelerle ve tanımlanmayı istediği profil bilgileriyle dönüştürülmüş bilgi kırıntıları olmaktadır. Birey-birey etkileşiminde, karşımızdakini kurgularken ve o kurgu üzerinden sürekli eylemde bulunurken ve bu kurgunun sabit olmayışı nedeniyle etkileşim biçimi sürekli değişirken; sosyal paylaşım platformlarında bu etkileşim süreci o platformun yaratıcılarının kısıtlı dünyaları çerçevesinde durağan hale gelmektedir ve böylece insana özgü sayısız özelliklerin, çeşitliliğin, ses tonundan bakışlarına kadar bir insanla etkileşim ve o insanı değerlendirme süreçlerini yönlendiren, denetleyen mekanizmaların yerini pikseller ve dijital sesler almaktadır. Bu durum, içinde özgürlüğü barındırdığını iddia etse de bedenlerin mahkum olduğu hatta yok olduğu ve yerine profillerin geldiği kör dövüşe ve gönüllü köleliğe yol açmaktadır. Bu durum Foucault’nun modernizme eleştirisi olan “modern devlet, insanı işaretlenmemiş şıklara dönüştürür” görüşünü bir nevi tersine çevirmekte ve bunu, “sanal dünyada insanlar kendilerini biçilmiş profillere sığdırmakta ve bu profiller doğrultusunda kendilerini yeniden üretmektedir” görüşüne dönüştürmektedir.


‘Facebook’ her şeyden önce temelde kar amaçlı bir internet sitesidir ve klasik pazarlama tekniklerini kullanmaktadır. Her pazarlamacı bilir ki; dükkana giren müşteri o dükkanda ne kadar uzun süre geçirirse o müşteriye mal satma olasılığı o kadar artar ve her müşteri girdiği dükkanda üretilmiş zevkleri ve beğeni kalıpları doğrultusunda kendinden bir şeyler bulmalı ve dükkanda rahat hissetmelidir. Bunlar, müşteri memnuniyeti ya da müşteri sadakati diye bilinen yönetsel yaklaşım ve pazarlama stratejilerinin en bilindikleridir. ‘Facebook’ adlı internet sitesinde bu kalıplar ışığında birçok uygulama geliştirilmiştir. Kullanıcılarının daha çok zaman geçirmesi için uygulamaya sokulan bireysel ya da çoklu oyunlar, insanların kendilerini yeniden üretebilmeleri ve beğeni kalıplarını paylaşabilmeleri için açılmasına izin verilen gruplar, hayran sayfaları bu klasik pazarlama taktiklerinin en göze çarpan hatta göze sokulan görünümlerini oluşturmaktadır.

Ben rahatça küfrettiğim oyunları özledim. Oyun oynamak sadece belirli kurallar çerçevesinde hedefe ulaşmak ve bundan eğlenmek değildir. Oyunla eğlence arasındaki ayrımda, bedenin verdiği tepkiler de önemli bir yer işgal eder. Örneğin okey adlı oyunda, oyunu okey atarak bitirmekten daha eğlenceli olan okeyi atarkenki diğer oyuncuların yüz ifadesidir. Sinirli ya da şaşkın olmalar, dost ortamında ‘takılma’ olarak adlandırabileceğimiz oyunun kolektifliğini açığa vuran göstergelerdir. Sosyal paylaşım siteleri ise size tanımadığınız insanlarla oyun oynama imkanı sunar ve eğlenceli vakitler geçirebilme vaadinde bulunur. Oyun oynamayı sadece belirli kurallar ve ihtimallere indirgeyen bir sistemde, oyunu oyun yapan etkileşim alanı sadece altta gecen kısıtlı yazışmalara indirgenmiştir. Temel amacı oyundan zevk almanız değil de ağ içersinde daha fazla vakit geçirmeniz ve o ağa daha çok gönülden bağlanmanızdır. Böylece kullanıcı sadakatiyle, reklam verenler için sitenin kalitesinin yükseldiği illüzyonu yaratılır. Oyundan çıkartılan beden sadece simgelere, nicknamelere ve profildeki kısıtlı özelliklere indirgenir.

Haydi gel sanal ırgat aranıyor, farmville gibi oyunlarda ise herhangi bir rakibiniz yoktur. Oyunun amacı oyunun sınırları çerçevesinde üretilen hayallerin gücü ölçüsünde bir inşa etmedir ve bu inşa etme sürecinde daha çok malzeme elde edebilmenin tek şartı oyun başında daha fazla zaman geçirmek ya da oyuna maddi yatırım yapmaktır. Her ne kadar tek başınalık izlenimi verse de oyun günümüz dünyasının meşrulaştırılmasıdır; hem diğer sanal ırgatlarla yardımlaşarak kendi kazancını artırırsın hem de onların inşalarına bakarak onun derecesine ulaşmak istersin. Bu, günümüz kapitalizminin gülen yüzü olan “çalışırsan başarırsın, tek rakibin kendinsin” maskesinin sanallaşmış halidir.

Niteliğin ve Niceliğin Yer Değiştirmesi ve Demokrasi Simülasyonu

Demokrasi söz söyleyebilme hakkını içinde barındırır, çelişen ve çatışan düşünceler arasında daha çok taraftar bulur, alınan kararlara yönlendirici bir etkide bulunur ve tüm bunlar çoğunluğun yönetimine yol açar. İdealde böyle olsa da, günümüz demokrasisi büyük bir kriz içerisindedir ve demokrasi simülasyonunun içersinde bireyler söz hakları olmadığının ya da söz haklarının oyla sınırlı olmadığının farkındadır. Bu durum kimilerini sivil toplum kuruluşlarına yönlendirirken kimileri de sosyal paylaşım platformlarında söz söyleme haklarını sonuna kadar kullanma eğilimindedir. Bu eğilim kullanıcı merkezli birçok sitede, kullanıcının sitede daha fazla zaman aktif olması için uygulanan pazarlama stratejisinin ürünü olmuştur ve bunun en güzel örneğini gene ‘facebook’ oluşturur.

Sosyal paylaşım platformlarında ‘hadi bin kişi olalım, hadi yüz bin kişi olalım’ gibi amaçsız güdülenmelerle kurulmuş sayısız grup bulabilirsiniz. Üyelerin çokluğu, o grubun ya da hayran sayfasının ne kadar kaliteli olduğu ya da çok sayıda insanın beğenisine ya da amaçlarına uygun olduğu illüzyonu yaratır. Kullanıcılar bu guruplara üye olarak hem kendi beğenilerini, politik tercihlerini belirtirler hem de bu üye olunan grupların, hayran sayfalarının profillerinde görülmesi ile üyenin eğilimine dair önbilgi verdiği varsayımsal olarak kabul edilir. Protesto ya da herhangi bir soruna işaret etmeyi, başka bir ifade ile insanları bilinçlendirmeyi hedeflediği iddiasında olan bazı gruplar yarattıkları sanal tepkiyle, üyelerini -sanal tepkinin, eylemin yoğunlaşması ve güce dönüşmesi olan tepkiyle aynı ya da benzer olduğu illüzyonu yaratarak- tepkisizleştirmekte ve kelimenin yüzeysel anlamıyla apolitikleştirmektedir. Kullanıcılar belirli bir konuda diğerleriyle ortak fikre sahip oldukları algısıyla rahatlamakta, kendi yalnız dünyalarında tepkisizleşmekte ve tepkileri, temel amacı kar etmek olan bir kurumun belirlediği kurallar çerçevesinde reklamların döndüğü bir şovun parçası olmakta ve anlamsızlaşmaktadır.

Modern toplum sosyal-asosyal ayrımı yaparak modern bireyi; çevresi ile iyi ilişkileri olan, girişken, aktif birey ve insanlarla ilişki kurmayan, ancak sınırlı insanla iletişime giren birey olarak ayırmakta ve asosyal olarak damgaladığı bireyi hastalık kategorisine almaktadır. Sayısal çoğunluk nitelik olarak görülmekte ve ‘sosyal’de anlam kayması yaratılarak, insanın sosyal bir varlık olduğu düşüncesindeki radikal yaklaşım yerini insanın çevresindeki insanlarla uyumlu bir varlık olduğu şeklinde pasifize edilmiş bir yaklaşıma dönüştürmektedir. Sosyal iletişim ağlarında nitelikle niceliğin karışması, kişisel olarak arkadaş listelerinde de görülmektedir. Arkadaş listesinin kalabalık olması, hatta kişinin kendi hayran sayfasının olması beğenilerinin diğerleri tarafından kabulü illüzyonunu; diğerleri tarafından onaylanmak, yalnızlaştırma politikalarının insan üzerinde yaratacağı yıkıcı etkinin pasifize edildiği ve kişinin bilişim toplumu içerinde yalnız olmadığı ve onun gibi düşünen, hareket eden fakat yakınlarda olmayan binlerce kişinin de bulunduğu varsayımını kullanıcı üzerinde yaratmaktadır. Yaşam alanlarının, hapishanelere dönüştürüldüğü ve sıkı güvenlik önlemleri ile diğerlerine bilinçli ve istekli olarak kapatıldığı günümüzde; özel yaşam olarak adlandırılan yaşam alanı tanınmaya, hatta sadece fiziksel varlığından haberdar olunan binlerce kişiye açılmaktadır.

‘Ben de sevişmek istiyorum’ ya da ‘Facebook’ta benimle sevişir misin?’ ironisi ya da ‘Hadi topluca sevişmeyi öğreniyoruz’...

Manken olmak, bir ürünü, üzerinde en göze batar ya da ürünün detaylarını en açık şekilde göz önüne sermekten çok daha fazla anlamları içersinde barındırır. Öncelikle mankenin, bakışları kendi üzerinde toplaması ve zamanla o bakışların ürüne odaklanması gerekir. Burada manken bedeni, olunması gereken ve sahip olunası gelen ve asla sahip olunamayan bedeni cisimleştirir. Manken aynı zamanda kusursuz bedeni temsil eder ve o bedenin kusursuz kullanımını; bakış, ellerin kullanımı, yürüyüş... Üretilen ve tekrar üretilen bu kusursuzluk algısı fotoğraflarda da karşımıza çıkar. Belirli bir ürünün tanıtım kampanyası için manken kullanılarak çekilen resimlerde mankenin duruşu, pozu gündelik yaşantımızda çekilen fotoğraflara da yansır. Bu kusursuzluk algısıyla verilen pozlarda beden sahip olmadığı, olamayacağı, üretilen bedenin yerine geçer ve sosyal paylaşım sitelerinde paylaşılan fotoğraflar ‘an’ın kaydı değildir; bu beden taklit bedenin dağılımıdır, bu bedenin şekillendirilmiş pozunun hem beğenilmesi hem de bu pozu veren bedenin görülebilme isteğidir. Görülmek istenen beden kıyaslamalar aracılığıyla diğerlerinin beğenisine sunulur.

Marquis de Sade eserinde bir aristokratın zevk dünyasından bir örnek verir. Aristokrat kendini gevşek bir urganla asmakta ve hizmetçisine oral seks yaptırmaktadır. Zaman içersinde aldığı zevk kendine yetmeyen ve bir adım ötesini hedefleyen aristokrat urgandaki düğüm sayısını gittikçe arttırmaya ve hizmetçisine daha fazla oral seks yaptırmaya başlar. Bu zevk dünyası aristokratın kendisini yanlışlıkla boğmasıyla sonuçlanır.

İnsanın hazları peşinde koşan bir varlık olduğu iddiasında bulunamayız fakat kendini tükettikleri üzerinden tanımlayan günümüz insanının, hazları tüketerek metaya dönüştürdüğünü ve bu dönüşen hazzın biriktirilmesi yönünde hızlı bir eğilimi olduğunu söyleyebiliriz. Bu birikim sürecinde üretilen kusursuz beden illüzyonu, o bedenle birlikte olacak eşin kusursuz hazza ulaşacağı düşüncesine vurgu yapar. İlginç bir noktadır ki interneti internet yapan yani kapsama alanının bu kadar gelişmesine neden olan sektör porno sektörüdür. Daha da ilginci ise internet aramalarında uzun süre liderliği elinden bırakmayan porno sektörüne dair anahtar kelimeler, sosyal paylaşım sitelerinin atağına dayanamayarak liderliğini sosyal paylaşım platformuna dair aramalara bırakmıştır. Porno filmlerde yansımasını bulabileceğimiz kusursuz beden ve bedenin kusursuz kullanımı ve hazzın doruk noktasına çıkarıldığı iddiası, porno filmin hem zevk nesnesi olurken hem de kusursuz hazza ulaşmanın eğitici rolünü üstlenir. Burada porno film insanın gizil dünyasını yansıtan, bu gizil dünyayı harekete geçiren bir araç olmaktan çok gizilin yaratıldığı, dağıtıldığı ve insanın gizilinin denetlendiği bir alan olmaktadır.

‘Facebook’ ve diğer sosyal paylaşım sitelerinde cinselliğin bu üretilen yönü, paylaşılan fotoğraflarda ve bu fotoğraflara yapılan yorumlarda kendini göstermektedir. Sevgilisi ile yatakta resmini paylaşan birine ‘ben de bu pozisyonu severim' gibi bir yorum gelebilmekte ya da üretilen gizil dünyanın dışavurumu olarak herhangi bir grupta kendini pazarladığı varsayılan bir iletiye karşılık bir insana ‘sevişelim mi?’ şeklinde bir tepkiyle geri dönüş yapılabilmektedir. Cinsel hazzın yaşamın merkezinde olduğu görüşü doğrultusunda, soysal paylaşım platformlarında profiller, yürüyen penise ya da yürüyen vajinaya indirgenmektedir.

Sevgilin mi var derdin var…

Kıskançlığın kaynağı olarak birçok temel sıralanabilir: diğer bedeni sahiplenme, yalnız kalma korkusu, kaybetme korkusu ya da alışverişe dönen ilişkilerde verdiğinin karşılığını alamama korkusu çoklu nedenler silsilesinin sadece birkaç tanesidir. Kıskançlığın temellerine dair bir tartışma bu yazının kapsamını oldukça aşar. Bizim değinmek istediğimiz nokta sosyal paylaşım sitelerindeki kıskançlığa dairdir. ‘Facebook’ ve diğer sosyal paylaşım platformlarında kıskançlık çelişkili bir alan olarak görülür; partnerinin kimlerle arkadaş olduğunun merakıyla başlayarak, sosyal arkadaşlık sitesinde arkadaş listesindeki karşı cinslerini teker teker silmeye zorlamak, yazılan her iletiye iletenle yakın ilişki içersinde olduğu izlenimi yaratan yanıtlar vermek vb. şeklinde kendini gösterir. Beden ve profil birbirine karıştırılarak sahip olunduğuna inanılan bedene, sanal ortamdaki izdüşümü olduğu düşünülen profiliyle, sahibi olma isteği ortaya çıkar. Partnerin arkadaş listesine eklenen her yeni profil kendi arkadaş listesine de eklenir ve bu sanal kovalamaca, beden-beden etkileşiminin diğerlerinde farklı bir tanımlaması olan sevgili olmanın, eş olmanın, bedenin kaybolarak diğerlerine sergilenen oyununa dönüşür.

İlişki durumu: ya eski sevgilisiyse

‘Facebook’ ve diğer soysal paylaşım sitelerinde ilişki durumları birkaç tercihe indirgenmiştir; ya ilişkin vardır ya da yoktur, ikisi de değilse karışıktır. Karışık ise ya gidiş gelişlerle dolu bir ilişkiye işaret eder ya da bu bölümün olmasının saçmalığına. İlişkiye tüketimle güdümlenen piyasa mekanizmasıyla yaklaşılır; ilişki hem muhafazakar bir duruşla iki bedenin birlikte olması hem de bu muhafazakarlığın dışına çıkılarak yeni ilişkilere açık olma ihtimali olarak tanımlanır. İlişki tüketim nesnesine indirgenir ve bu tüketim nesneleri üzerinden büyüyen devasa bir sektörün pazarlama stratejileri -‘facebook’ içersindeki uygulamalar- şekillenir ve ‘facebook’un en büyük gelir kaynağı oluşturulur.

İlişkiye iki bedenin yan yana olmasından daha fazla bir anlam yükleyebilmek için insanı, geleneksel ve yapısal anlamda kendinde bakış açısının dışında bir yaklaşımla, tümlüğü olmayan bir süreç yaklaşımıyla ele almak gerekir. Bu yaklaşım; kendi, karakter, kişilik gibi tanımların dışına çıkarak her insanı kendi kişisel tarihi içersinde sürekli değişen ve şekillenen biriciklik olarak ele alabilmektedir ve bu biricilik içersinde şekillendiği toplumun tarihselliği ile etkileşim halindedir. İlişkide olmak, başı da sonu da aynı nedene ve sonuca çıkan; kısaca ayrı olmaya çıkan bir sürece eşlik eder. Fakat başındaki ve sonundaki insan, sürecin doğası gereği aynı insan değildir ve ilişkisinden parçalar taşır. Çünkü sürekli değişen anlamlar dünyasında değme noktaları belirmiştir ve ilişki içersinde olduğu insan, o anlamlar dünyasını değişime uğratmıştır ve değişime tabi olma tek taraflı olmayıp karşılıklıdır.

‘Facebook’ ve diğer sosyal paylaşım platformları ilişkiyi tüketim nesnesi olarak görme eğilimindedir; bunun temel nedeni de sosyal paylaşım platformunda yeni bir ilişkiye başlama ya da bir ilişki yaşama eğilimi olan bireylerin yan yana gelmesi ve kullanıcıların bu ihtimal üzerinden sitede daha fazla aktif olunmasının sağlanmasıdır.

Kusursuzluğa doğru sosyal paylaşım platformunda paylaşılan bir fotoğraf…

Sosyal paylaşım platformları kullanıcı sadakatlerinin en yüksek olduğu internet siteleridir. Burada profiller tekrar tekrar üretilirken ilişkinin merkezinde olan beden ölmekte ve bedene dair anlamlar fotoğraflara indirgenmektedir. ‘Facebook’ profil resmi olmayan kullanıcıları uyarır ve dolayımlı baskı oluşturmalarını sağlamak amacıyla ‘…nın profil resmi yok ona profil resmi önermelisin’ şeklindeki küçük uyarılarla diğer kullanıcılarını yönlendirir; aktif olmayanların aktif olmalarını sağlamak için diğer kullanıcılarına ‘….nın duvarına bir şeyler yaz’, ‘facebook’u yeni kullanmaya başlayan kullanıcıların o ağa daha hızlı ayak uydurabilmeleri için ve daha fazla zaman o sitede aktif olabilmeleri için diğer kullanıcılarına ‘… facebook’ta yeni ona arkadaş öner’ gibi uyarılarda bulunur. Bu uyarılarla ‘facebook’ vahiylerle yaşamayı öğreten tanrı görünümündedir. Fakat bu tanrı, pazarlama stratejileri ile oluşturulmuş ve kusursuzluğa oynayan profillerin, kimliklerinin ürettiği bir tanrıdır ve diğer tüm tanrılar gibi ölmeye mahkumdur.

Yazının başında da belirtildiği gibi bu yazı ‘facebook’ adlı sosyal paylaşım sitesinde görülen bir fotoğraf üzerine yazılmıştır. Buraya kadarki kısmı fotoğrafın görüldüğü sitenin ve fotoğrafa bakanın bakış açısının anlaşılması için hazırlanmıştır.

Fotoğrafa ilk baktığınızda diğer gördüğünüz binlercesinden bir tanesi izlenimi verir. Fakat “fotoğraf nerede?” sorusunu sorabilmek için fotoğrafın her pikseline inmek gerekir. Çünkü görülen, “Las Maninas”da olduğu gibi, insanın gözüne ilişmeyen daha gizli bir yerdedir. Fotoğrafta, yirmili yaşlarının başlarında ve kusursuz güzelliğe oynayan bir genç kız, mutfak masasının başında gülümseyerek poz vermektedir. Mutfak masasının yanında oturmuş bir kadın, ilk başta dikkat çekmeyen bir görüntüdür sadece. Çünkü zihin, akraba ya da yakın saydıklarını kategorize eder ve yakın olanları birbiri üzerinden tanımlar. Tül ile perde, iki farklı nesne, birbiriyle akraba ilişkisi içindeymiş gibi değerlendirilir. Aynı akraba grubunu satan dükkanlarda satışa çıkartılır, kullanılmadığı zaman ise aynı yerde saklanır, korumaya alınırlar. Evin içinde bulunan diğer eşyalarda bu bağlantı görülebilir; kalem ile kağıt gibi. Ve zihin o nesneleri hayali kan bağı ilişkileri dışında görmek istemez. Derli toplu ev, bu bağlamda, nesnelerin akrabalık ilişkilerine göre yan yana düzenlenmiş eşyalar topluluğunu dile getirir. Türkiye’de ise ataerkil bakış açısında kadın, mutfak ile tanımlanır ve özne nesneleştirilir. Kadın mutfakta onun bir parçası gibi görülür, yemek yapar, bulaşık yıkar ve mutfak içersini akrabalık ilişkilerine göre düzenler. Mutfak aletleri üreticileri, müşteri gruplarını kadınlar olarak kurgular ve reklam kampanyalarını bu kurgu üzerinden yürütür. Ataerkil bakış açısı bu açıdan hem mutfak aletlerinin pazarlanmasında hem de kullanılan reklamlarda karşımıza çıkar. Erkek evlenme teklifini kadının alanında yani mutfakta yapar ya da bir kadın bulaşık yıkarken büyük bir sorun doğar ve yardımına yıllardan beri piyasada olan bir ürün yetişir. Anneler gününde alınabilecek en güzel hediye bir mutfak eşyasıdır ya da yemek yapmayı sadece kadınlar bilir, erkek yaparsa mutfağı darmadağın eder.

Reklamlarda kadının nesneleştirildiği ikinci alan ise yatak odasıdır. Kadın yatak odası ile akrabalık ilişkisine tutulur ve piyasanın devasa çarkları bu bakış açısından harekete geçer. Kadın bu bakış açısında hem yatak odasını akrabalık ilişkilerine göre derleyip toparlayandır, hem de yatak odasının haz nesnesidir. Reklamlara baktığımızda yatak odası takımını zevkine göre düzenleyebilen bir kadının mutluluğuna rastlarız ya da elbise dolabında boş yer yaratmak için yardıma ihtiyaç duyan bir kadına.

Fotoğrafta bu iki bakış açısının izleri bulunmaktadır. Kadının oturuş pozisyonu ve üzerindeki kıyafet piyasa mekanizmalarının ürettiği cinselliği çağrıştıran imgelerle doludur. Bu bakış açsısından manken ölçülerine sahip olan beden kusursuz beden olarak algılanmakta ve bu kusursuz bedenle beraber olan partnerin kusursuz hazza ulaşacağı illüzyonunun da ötesinde bu bedenin konumlandığı mutfak ve oturuş pozisyonu kabul edilebilir teşhirin alanını oluşturmaktadır. Kadının manken ölçülerine sahip olduğunu ve kusursuz güzelliğe oynadığını göz önünde bulundurduğumuzda, kadının ellerinin konumu bu çelişkili bakış açısının yansıması gibidir; bir eli masanın üzerinde iken diğer eli bacakları üzerindedir. Burada hem mutfağa ve yemeğe dair tüm bu işlerin kadına yüklediği yorgunluk hissi varken, hem de kadına sözü edilen bir diğer bakış açısı sergilenmektedir.

Fotoğrafa ilk bakıldığında görülen bu ayrıntıların dışında “fotoğraf nerede?” sorusunu sorabilmek için daha da ayrıntılara inilmelidir. Fotoğrafta asıl ilgi çekici nokta, kadının oturduğu sandalyenin altındaki Anadolu motifinin hakim olduğu paspastır. Modernite ile kadınına çizilmiş hedef olarak hem modern hem de erkek üzerinden tanımlanan kadın, fotoğraftaki kadının altında duran paspasla ve kadının duruşu ile uyuşmaktadır. Fotoğrafın çekim açısı hem yukardandır hem de karşıdandır. Bu çekim açısı hem sosyal devlet olmaya çalışan fakat bir yönüyle de baskıcı, ezici ve üsten bakan iktidarın bakış açısıyla orantılıdır. Fotoğrafın odak noktasının kadının karnının alt bölümünü yani rahmini işaret etmesi, kadının sürekli doğurganlığına işaret eden, doğurgan olduğu için hem kutsallaştırılan fakat bir o kadar da yok sayılan eril iktidarın odak noktasına gönderme yapar. Ve rahim, hayali kan bağının cisimleştirilmek istenen halidir. Fotoğrafta kadın, Türkiye’de kadına yönelik çarpık bakış açısının kısa bir özeti gibidir; fakat tüm bunlara rağmen en fotoğrafı fotoğraf olmaktan çıkartan fotoğraftaki kadının gülümsemesi ve bakışıdır, tüm baskılara rağmen gülümsüyorum derken aynı zamanda attığı o hınzır bakışıdır. Ve bu gülümse ve bakış, bizi Foucault’nun ünlü sözüne çıkartır: İKTİDARIN OLDUĞU YERDE DİRENİŞ DE VARDIR.

“Gördüğümüz şeyleri istediğimiz kadar anlatalım; gördüğümüz şey hiçbir zaman anlatılan şeyin içine sığmaz ve söylenmekte olan şey imgeler, eğretilemeler, kıyaslamalar aracılığıyla istendiği kadar gösterilmeye çalışılsın, bunların ışıklarını saçtıkları yer gözlerin gördüğü değil de, sentaksın ardışıklığının tanımlandığı yerdir” (Foucault; Kelimeler ve Şeyler, 36)

6 yorum:

  1. Harika.

    Teşükkür ederim.

    YanıtlaSil
  2. Nietzsche, Foucault, Deleuze, Lyotard, Klossowski ve Bataille gibi geleneksiz, daha doğrusu "yersiz yurtsuz" düşünürlerden hayli etkilenmiş gibi gözüken Bulancak Adam'ın bu yazısını sabırla ve hayranlıkla okumamak elde değil.

    Vallahi bravo!!

    YanıtlaSil
  3. Facebook özelinde sosyal paylaşım ağlarını, teorinin engebeli, dolambaçlı ve sarp yollarında takibe çıkmış, manevra kabiliyeti yüksek, yol tutuşu sağlam bir makale.

    Bulancak Adam, sanal gerçeklik boyutunda dil ve imaj gibi göstergeleri bir arkeolog edasıyla ortaya çıkarmakta gayet başarılı.

    Felix Sarotti

    YanıtlaSil
  4. tüketim toplumu eleştirisinin temel iddialarından birisi, metaların tüketicide herhangi bir metayı kendi özgür iradesiyle seçtiği yanılsamasını uyandıracak şekilde pazarlandığıdır. buna göre, serbest piyasa bir özgürlük alanıdır ve birey ne kadar tüketirse o kadar özgürdür. zira her bir tüketme edimi özgürlüğün bir ifadesidir.

    buradaki yazıdaki fikirlerin de bu eleştiri biçimi üzerinden kurulduğunu söyleyebiliriz sanırım.

    ben bu yaklaşımın ömrünü doldurmaya başladığını düşünüyorum. elbette, en azından belli bir alım gücünün üzerinde olan tüketiciler pazarda yaptıkları tercihlerde özgür olup olmadıklarına dair sorular sorulduğunda olumlu yanıt vereceklerdir. farklı kalite derecelerinde, farklı fiyatlandırma politikalarına sahip çeşit çeşit mağaza, market, vs tüketiciye geniş bir tercih olanağı sunmaktadır ne de olsa.

    ancak meselenin bu bolluk içerisinde kaybolma yönü de söz konusu. bunun üzerine çok yazılıp çizilmiş bir alan olmadığını düşünüyorum. ben tüketicinin kendisini özgürleştiren bir pazar gezgini olduğuna inandığı devirden, pazarda kaybolmamak için kendisine yol gösterecek birilerine ihtiyaç duyduğu bir döneme geçildiğini düşünüyorum. mesele yalnızca moda, tasarım, dekorasyon danışmanlığı, yaşam koçluğu, vs gibi çok küçük bir azınlığın faydalandığı kurumların yaygınlaşmasından ibaret değil. internetle olan ilişkimize baktığımızda hepimizin benzer yönlendirmelere muhtaç hale geldiğimizi görebiliriz. google'ın kullanıcıya dair bilgi toplayıp kullanımı kişiselleştirmeye yönelik uygulamaları olmasa internette yolumuzu bulmakta oldukça zorlanırdık. bu durumu, arama sonuçlarını sınırlandırmasına ve bizi kısıtlamasına rağmen kabulleniyoruz (meselenin akademik araştırmalardaki yansımalarına dair bkz. http://savageminds.org/2011/05/29/academic-research-in-the-age-of-facebook/). bloglarda günü geçirmenin en yaygın yolu en iyi 10 bilmem ne, en başarılı 50 bilmem ne yazıları yazmak; bu akşam ne film izlesek diye düşünürken bu listelerle karşılaşabilirsizin, şahsen benim yolum bunlarla sıklıkla kesişiyor. aynı şey facebook meselesi için de geçerli elbette (tabi en çok işe yaradığı işlevi -ağ- yerine getirmesi için en geniş kullanıcı kitlesine sahip olmasının gerekiyor olmasının sebep olduğu alternatif yokluğunu bir kenara bırakırsak). facebook oyunlarının bağımlısı olan insanların "bakalım bugün yeni birşey var mı?" diye bilgisayarlarını açarken kendilerini özgürlük dalgalarında kulaç atar gibi hissettiklerin hiç zannetmiyorum. aslında bugün kimsenin tüketip tüketmemek bir yana, neyi tüketecekleri konusunda tamamen özgür olacakları bir düzenek içinde yaşamak istediğini sanmıyorum.

    bu tespitte bir doğruluk payı varsa bunun anlamı tüketim toplumu eleştirisinin başka bir dil geliştirmesi gerektiğidir. koca bir literatürün yatağını değiştirme kudretine veya bunun yapılması gerektiğini iddia etme cüretini kendimde görmesem dahi, "özgür olduğunuzu mu zannediyorsunuz? kölesiniz siz köle!" yaklaşımının "biri bana bugün üzerime ne giyinmem gerektiğini söylesin" diyen biz garibanlar açısından çok fazla göz açıcı bir eleştiri olduğunu düşünmüyorum. sanırım fenomenolojik bir tüketici teorisi buradaki bilinmezleri az biraz daha bilinir kılacaktır.

    YanıtlaSil
  5. Metnin özünü oluşturan teoride elitist bir tüketim toplumu eleştirisi yoktu farklı bir özne teorisi olarak okumak metni daha da zenginleştireceği kannatindeyim. Google bakarsak eğer google siteleri ilk önce meta taglar ve keywordlerine göre listeler,burada içerik önemsizdir bazı anahtar kelimeler yeterlidir. Anahtar kelimeleri belirli bir uzunluktan fazka kullanmazsanız herhangi bir sorun yaşamazsınız yoksa siteyi spam olarak algılar. Ayrıca sitenin kalitesini anlamak için baclink sayısına ve backlinkin geldiği sitenin page rankına bakar. Bu nokta webmasterlar için kaliteli site ilisyonu yaratmak için kullanılan eşsiz bir anahtardır ve tamamiyle google seo denilen bir sektörün kapılarını açar,sizin yol bulma dediğiniz arama-listeleme ve bulma işlemi bir bakıma sadece anahtar kelimeleri uygun ve belirli bir miktar karşılığına backlink almış sitelerdir ve parası ve kaliteli bir şirketle anlaşmış bir siteleri görürsünüz. Tv reklamlarında da aynısı vardır sermayesi güclü şirket daha fazla reklam bütcesi ayırır ve sektörden olabilidiğince büyük pasta kapar.Bir yandan ünlü bir firmanın tüm et ürünlerinde sağlığa zarar bir bakteri bulunur fakat bunu basın yayın kuruluşları dile getiremez çünkü o basın yayın kuruluşunun reklam gelirlerinin büyük çoğunluğunu markanın dahil olduğu holding yaratmaktadır. Ürüne kalite ilizyonu yaratmak reklam metni yazarlarının bir görevidir,aynı kategorideki ürünlerden farklarını ortaya koyabılmek için kırk takla atarlar fakat aslında diğerinden farklı olmağını çok iyi bilirler.
    Facebookun altarnatifi olmadığı savına katılmıyorum yaklaşık 11 tane vardır,bu sitelerin türkiyede kullanılmaması facebooku devasa görmemize neden oluyor olabilir.
    Eğer insanı eylemlerin sonucunu göz önüne alan akli bir varlık olarak kurgularsanız tüketecekleri konusunda başkalarının görüşlerine muhtac olan savınız yeterli destek bulamaz;eğer akli bir varlık olarak ele almazsanız ise özgürlük-kölelik ikilemine düşerseniz;çünkü özgürlük düşüncesi içersinde tercih yapabilme kapasitesini ve bu kapasitede içersinde akli olmayı
    barındılr.
    Sonuç olarak ilk başta dediğim bu metin bir çok farklı okumaya musaittir fakat tüketim toplumu eleştirisine indirgemek metinde farklı teorik tartışmaların gözden kaçmasına sebep olur. teşekkürler

    YanıtlaSil
  6. yaptığım eleştiriye getirdiğiniz eleştiriler yaklaşım biçimimizin farklılığını ortaya koymakta. google'a olan bağımlılığımızı bu durumun ideal ve olmazsa olmaz olduğunu ifade etmek için değil halihazırda internet deneyiminin google tarafından nasıl şekillendirildiğini doğrudan doğruya kullanıcının gözünden anlatmak için vurgulamıştım. tabi bunu dışarıdan bakıp içeriden konuşmak olarak tanımlayamam. her ne kadar alternatif kanallar kullanarak, örneğin başka türlü paylaşım olanakları kullanmak yoluyla, bu yönlendirmelerden kaçınmaya çalışsam da ben de pek çok ortalama kullanıcı gibi bu düzeneğe muhtacım. tam da benim -farkında olmadan- yaşadığım bu sıkışma (ki bunu yaşayan tek avanak ben değilim sanırım), sizin ortaya koyduğunuz ontolojik ikiliği geçersiz kılmakta. insan akılcı bir varlıktır-değildir ikiliği buradaki deneyimi kavramakta yetersiz kalmakta. elbette biri çıkar "seninkisi gönüllü kulluk" der, öbürü çıkar başka birşey söyler, tartışma uzar gider. ancak bu tarz ön-varsayımların meta-teorileri işler kılmaktan yana pek bir fayda sağlamadıklarını düşünüyorum. bunu, açıklama kapasitesi geniş kuramlara karşı olduğum için değil, bu tarz kuramların batı metafiziğinden arta kalan kabuller üzerine kurulmaması gerektiğini düşündüğüm için söylüyorum.

    facebook konusunda söyledikleriniz başka bir konu. alternatifleri olduğunu biliyorum elbette. ama kimse bu alternatifler üzerine film çekmiyor -vasatın üstünde bir gençlik filmi olmasına rağmen oscar'a aday olmasının enteresanlığını hatırlatmaya gerek bile yok sanırım. böyle bir popülerlik söz konusu olduğunda var olandan ziyade kanaatlerin daha belirleyici olduğunu düşünüyorum. diğer bir deyişle "herkes böyle diyorsa, herhalde öyledir" anlayışının geçer akçe olduğunu söyleyebiliriz. sosyal paylaşım olanaklarını "hadi birilerini daha bulalım, bi Polanyi okuması yapalım" amacıyla kullananlar daha incelmiş mecralar arayabilir, ama tanıdıklarını bulma veya şu veya bu niyetle insanlarla tanışma amacını güdenlerin ilk başvuracakları yer facebook. bunun bir yanılsama olduğunu düşünebilirsiniz, ama bu yanılsamaya kanan milyonlarca insan var.

    son olarak, metni tüketim toplumu eleştirisine indirgemiş olduğuma dair yaptığınız eleştiriye katılıyorum. biraz gereksiz yere metnin bu kısmına odaklanmış olabilirim. şimdi yazdığım metni yalnızca sizin yorumunuza verilmiş bir cevap olarak görün lütfen. teşekkürler...

    YanıtlaSil

Anonim kullanıcı olarak göndereceğiniz yorumlarda mail ya da blog adresi gibi iletişim adreslerinizi belirtmeniz önemle rica olunur.

SST Atölye