10 Ağustos 2012

1 Oynak Ego

Hafif bir baş ağrısı ve damakta susuzluktan oluşan iğrenç bir tat, sigarasına uzanırken bir daha bu kadar içmeyeceğim diye düşündü, gerçi ilk fırsatta daha da fazla içeceğinin farkındaydı fakat o sabah, “her gün yeni bir başlangıçtır” masallarına inanmak istiyordu. Yürümekle sürünmek arasındaki adımlarla banyoya ilerledi ve aynada gördüğünden utandı; çirkindi, çirkinleşmişti, yüzüne dokundu, derisi sertleşmiş kurumuştu, kaz ayaklarına odaklandı ilerleyen zamanda bunlardan acilen kurtulmalıydı. Yüz kremini sürdü, cildinin nemlenmesini, elastikiyetinin, parlaklığının artmasını istiyordu, belki o zaman kendini güzel hissedebilirdi. Kendini güzel hissetmek istiyordu, genç ve alımlı; istediği sadece buydu, “basit bir istek sadece” dedi hissetmek. Göbeğine baktı sonra bir şişkinlik vardı, adet dönemine daha çok vardı, belli ki su toplamıştı, “aman neyse” dedi “siktir et iner”. Hafif bir makyaj yaptı, bulduğu ilk kıyafetleri giydi. Parmak ucu terliklerini giyerken, ayaklarım diye düşündü, büyük ama ince, ellerini ve ayaklarını hep güzel bulmuştu, hem uzun hem de inceydiler. 

Tatildi, tüm günü boştu. Uzun bir kahvaltı yapabilirdi, daha sonrasında ise üstüne yeni bir şeyler alabilirdi. Acaba ne alsaydı, omuzdan çaprazlama bağlamalı askılı bir tişört olabilirdi mesela, omuzlarını ve boynunu ortaya çıkarırdı. Keşke askılı sutyen giymeseydim diye düşündü kahvaltısını yaparken; askılı tişörtle güzel durmaz, masada ki gazetelere uzanmak istedi fakat o gün umurunda değildi, nerede ne olmuş, savaş çıkacak mıymış, kim kimi dolandırmış… 

Birkaç saat sonra kendini bir alışveriş merkezinde buldu, mağazaları tek tek dolaşabilecek zamanı vardı, kredi kartında da yeterince boşluk. Vitrininde ikinci ürüne yüzde elli indirim yazan dükkana attı kendini, vitrindeki mankenler o an onun dikkatini çekmiyordu, mankenlerin üzerindeki kıyafetleri o ruhsuz, plastik parçalar kadar iyi taşıyamayacağını, çevresindekilerin vay be demeyeceklerini biliyordu. Şortlar ilgisini çekti önce, hava sıcaktı ve kendini on yaş büyük gösteren geniş mor bir etekle dışarı çıkmıştı. Satış görevlisi yardım isteyip istemediğini sordu, “evet” dedi “şortlara bakıyorum”. Görevli müşterisinin ne istediğini anlamak için eline geçen ilk şortu gösterirken “ bu nasıl hanımefendi dedi”, görevlinin elindeki şortu uzaktan incelerken “biraz daha uzununu arıyorum” dedi, biraz daha uzun şort istemesinin sebebi ahlaki düşüncelerden kaynaklanmıyordu, sadece selülitlerini ortaya çıkaracağından korkuyordu. Selülitlerini gizlemek, göstermemek aynı zamanda onların olduğunu unutmasına ve kendisi görmek istediği bedenin uzağında deforme olmuş bir bedenin içine hapsolsa da kendini olmak istediği gibi görecek ve mutlu olacaktı. Satış görevlisi arka reyonlara doğru ilerlerken onu takip ediyordu, “bu ürünlerde kampanyamız var” dedi görevli “ikinciyi yarı fiyatına alırsınız”. Gri keten bir şorta odaklandı hem vücudunu tam sarmayacağı için şort yakmayacaktı hem de şortun uzunluğu selülitlerini kapatacak kadardı ne daha uzun ve güzel bulduğu bacaklarını gizleyecek kadar ne de kısa deformeleri göze sokacak kadar. Gülümsemeyle girdi soyunma kabinine, şortu denerken kabin üstünden bir el şortun farklı bir rengini de uzatıyordu, “isterseniz bunu da deneyebilirsiniz”. Satış görevlisi tam dışarda bekliyordu, bu mağazanın mükemmel bir pazarlama taktiği idi, diğer kabinlerin önünde müşterilerin çıkmasını bekleyen görevlileri görebilirdiniz. Denediğiniz ürünün size yakışmama ihtimali yoktu görevlilerin gözünde, neyi duymak istediğinizi biliyorlardı, denemek zaten ürünü almanın yüzde ellisiydi ve bir de size çok yakışmış diyen tanımadığınız biri hem gurunuzu okşardı hem de ürünü almanız garantilenirdi. Soyunma kabininden çıkıp aynaya baktığında çok yakışmış diyordu satış görevlisi belki bin defa söylemişti bu sözü “çok yakışmış”. Şortu almaya karar vermişti sırada ikinciyi seçmek vardı, ikinci çok ucuza alınılabilecek bir fırsat illüzyonu yaratıyordu, mağazaların çok sık uyguladığı depo boşaltma taktiklerinden birisiydi bu, tam olarak ilk ürün kadar beğenmesine ya da üstüne tam oturup oturmamasına gerek yoktu, biraz beğenmesi ev içinde bile giyilebilir olması yeterliydi gözünde. Bir kot şort beğendi, gerçi vücut hatlarını tam olarak ortaya çıkarıyor ve ilk şort gibi basenlerdeki genişliği saklamıyordu ama olsun altına beyaz bir spor ayakkabı ve üstüne siyah bir tişörtle çok güzel kombine edilebilir ve giyilebilirdi. Bunu da alacaktı, ilk giydiği şortu tekrar giydi ve elinde ikinci şort ve evden çıkarken giydiği etekle soyunma kabininden çıktı, kendini bekleyen satış görevlisine “bunu da alıyorum ve bunun üstümde kalmasını istiyorum” diyerek kasaya doğru ilerledi. Mağazaya girerken kendini çirkin hisseden ve zavallı bitmiş ruh hali minik bir dokunuşla, gülümsemeye ve kendini çekici görülebilir hissetmesine yol açmıştı. Kasa görevlisi taksit isteyip istemediğini sormasıyla başlayan, şifre girmeyle devam eden ve kasa görevlisinin teşekkür etmesiyle sona eren alışverişin dinsel kapanış seremonisi sona ermişti. Mağaza kapısında gelecek yeni müşteriyi bekleyen satış görevlisinin iyi günlerde kullanın sözüyle birlikte bir alışverişin sonu gelmişti ve mağazadan adımını atar atmaz, hepimizin içinde olan o iç gıcıklayıcı sorular gün yüzüne çıkmaya başlamıştı acaba pahalı mı aldım, kazıklandım mı, acaba ihtiyacım var mıydı? Deneme kabininden kasaya kadar giderken ki ruh halinden, heyecanından, hayata ve kendine dair sıfırlama, resetleme hissinden bir eser kalmamıştı, tekrar kendini çirkin ve işe yaramaz hissetmeye başlamıştı ve aklı hala sabah uyandığında hissettiği şişkinlikteydi. 

Büyük kırmızı bir “sale” yazısıyla kaplanmış bir vitrini fark etti, belki istediği gibi bir tişört bulabilirdi. Mağazada yerden yukarı doğru birkaç kat serpilmiş tişörtleri gördü ilk başta, üstünde 9.90 dan başlayan fiyatlarla yazıyordu. Bu, ürünlerin hepsinin 9.90 olduğu ve çok ucuza geldiği illüzyonunu yaratıyordu ve mağazaya daha fazla girmeni adım adım gezmeni sağlayan bir taktiksel mekanizmanın başlangıcını oluşturuyordu. Bu mekanizma herhangi bir indirimde olmayan, askıda olan, askıda olduğu için yerdekilerden daha kaliteli ve pahalı olduğu izlenimini ilk baştan yaratan, bu yarattığı izlenimle bazı insanların sınıfsal komplekslerine oynayan ürünleri de görmenizi ve o ürünlere de yönelmenizle devam ediyordu. Bu ürünlerin mekânsal sergileniş biçimi, kumaşı ve kalitesi aynı olmasına rağmen ürünlerdeki yüzde yüz fiyat farkını doğal olarak algılamanıza yol açıyordu. İndirim reyonlarının arka arkaya dizilmesi ile müşteri kendi isteği ile tüm mağazayı dolaşıyordu ve pazarlamanın altın kuralı olan müşteriyi mekanda ne kadar fazla tutarsan malı satma olasılığın o kadar artar kuralı saat gibi işliyordu. 

İndirimli ürünlere yöneldi önce, göz ucuyla tişörtleri tek tek inceledi, az önce aldığı iki şorttan birine uyan ve hatta mümkünse ikisine birden uyan ve tasarımını da beğeneceği bir tişört onu o an çok mutlu etmeye yeterdi. Beyaz ve mor yan çizgilerden oluşmuş askılı bir tişörte uzandı elleri, fiyatı on iki liraydı, üstüne tuttu yanındaki aynaya baktı ve kabinde denemek için yanına aldı. Parlak yeşil bir tişörte yöneldi daha sonra, istediği gibi boyundan askılı değildi ama renkleri cıvıl cıvıldı, heyecan yaratıyordu, diğer ürünlere de baktı istediği gibi bir şey göremedi. Askıda sergilenen ürünleri fazla kadınsı buluyordu, zaten kendini olduğundan genç hissetmek isteyen biri için o an o ürünlerin tamamı yaşlı gösterirdi. Mekanın tasarımcıları bu psikolojik etkiyi öngörememişlerdi, yaşı otuz beşe yaklaşmış kadınlardaki kendini genç hissetmek için yirmili yaşların başındaki genç kadınların alış veriş taktiklerine yönelmelerini, maddi gücü olsa bile askıdaki kıyafetleri pahalı, kadınsı vb. bulmalarını, içsel bir tepki yaratmalarını. 

Deneme kabininde fazla kalmadı, kendini ilk dükkanda olduğu gibi özel hissetmiyordu, ne ekstradan şunu da deneyebilirsiniz diyen bir görevli vardı ne de beğenisini ifade eden biri. Beyazlı morlu tişörtü aldı, ucuzdu ne de olsa, hiç olmazsa evde giyerdi. İlk mağazada yaşadığı kasa seremonisini de yaşamadı, zevk almıyordu yaptığı alışverişten. Mağazadan çıkarken ise içinde ne herhangi bir korku belirmişti ne de gülümseme, sanki alışveriş süreci hiç yaşanmamış gibi elinde bir tişört vardı, ne sevindiren ne sinirlendiren, olduğu gibiydi elinde ki, sadece kumaş parçası… 

Kendini bir ayakkabı mağazasında buldu sonra, ilk başta spor ayakkabı ile kombine etmeyi düşündüğü kot şortunu düz ayakkabıyla ya da terlikle de kombine edebilirdi. Belki de topuk kısmı dört beş santim olan bir gösterişsiz bir burnu açık bir ayakkabı bacaklarını daha da güzel öne çıkarabilirdi. Özenle yerleştirirmiş ve ışıklandırılmış ayakkabılara bir sergideki sanat eserlerine verilen tepkileri veriyordu, sergi salonlarındaki hem sanat eserini daha rahat görülebilir kılan aynı zamanda metalaştıran beyaz zemin ayakkabı raflarında da uygulanmıştı. Mekan tasarımcısının bu zemin ve ışıklandırma oyunu ayakkabıların markası ve görünüşü ne olursa olsun onlarda pahalı ve kaliteli illüzyonunu yaratıyordu. Tüm bu stratejilerin göbeğinde ayakkabıları incelerken bir çocuğun annesinin telefonuyla oynarken oluşan yüz ifadesi ilgisini çekmişti, çocuğu sevme isteği uyandırmış ve kendini güzel hissetmenin ya da çirkin hissetmenin ötesinde garip bir huzur hissettirmişti… Koyu gri tonlarında bir ayakkabıyı beğendi, arkadan bağlanması ve bağın önden üç dört katlı görüntüsü ile bakışları her zaman güzel bulduğu ince uzun ayaklarına odaklayabiliyordu. Ayakkabıyla aynada kendini izlerken şort ve terliklere baktıkça ben güzelim diyordu, kim ne derse desin ben güzelim. Artık evden çıkarken giydiği ayakkabılardan kurtulabilirdi, bir torba istedi ve kasaya doğru yöneldi. 

Alışverişine ara vermek istiyordu, bir çay molası kötü bir fikir değildi, adım adım mağazadan uzaklaştıkça topuklarında küçük bir acı hissetmeye başladı, her adımda topuğundaki küçük acı bir iç sızına dönüşüyor ve mutsuzlaşıyordu. Daha on dakika önce aldığı ayakkabı ayağına vurmaya başlamıştı, ayakkabının derisi derisini kesiyordu ve o ayakkabı ile arasındaki savaşta acı çekiyordu, elbet diyordu ayakkabının derisi ezilir ve ayakkabı vurmaktan vazgeçer. 

Yüzünde hem acıyı hem mutluğu hem de siniri gösteren gülümsemeyle kahvesini içerken, uzun boylu bir kadın dikkatini çekti, şortlarını aldığı mağazanın satış elemanlarından biriydi, kadının yüzüne odaklandıkça mağazadaki gülümseyen yüz ifadesinin çok uzağında bir yüz ifadesini görüyordu, kadın arada eğilerek ayakta durmaktan ağrıyan bacaklarına masaj yapıyordu. Yüzündeki acı o kadar belliydi ki kendi gençliğini hatırlıyordu, üniversite harcını yatırabilmek için ya da boktan bir kitabı alabilmek için ne kadar çalıştığını, kendi bacaklarına masaj yapmalarını, her yağmur yağdığında su alan botlarını, sürekli ayaklarını vuran ayakkabılarını. Aradan seneler geçmişti, her istediğini alabilecek gücü vardı ama hala ayakkabıları ayağına vuruyordu. Bacaklarına baktı sonra artık umurunda değildi güzel görünüp görünmemeleri, çok koşturmuştu o bacakların üzerinde selülitler o yaşanmışlığın izleriydi, yaşayıp yaşayıp unuttuklarının izleri. Sabah kendini çirkin hisseden ruh halinden eser kalmamıştı, ayakkabıları atmak şortunu parçalamak istiyordu, ne iş yerindeki kadınların görünüşleri umurundaydı o an, ne de kaybedilen ve geri gelmeyen yıllar dediği anların yarattığı baskı. Kadının yüz ifadesi ayak uydurmak istediği hatta zorlandığı dünyasının yarattığı acıyı tokat gibi yüzüne çarpıyordu. Yeter diye bağırıyordu içten bir ses yeter…

1 yorum:

  1. "...ben güzelim diyordu, kim ne derse desin ben güzelim..."

    Mağaza vitrininden aynaya uzanan bakışta egonun gıdıklayıcı hikayesi. Okuyucu için hikayenin uzayıp giden ritmi zaman zaman sıksa da, aslında bu sıkıcılık en ufak detaylara kadar sergilenen oynak egonun küçük dünyasını iyi biçimde yansıtıyor.

    YanıtlaSil

Anonim kullanıcı olarak göndereceğiniz yorumlarda mail ya da blog adresi gibi iletişim adreslerinizi belirtmeniz önemle rica olunur.

SST Atölye