17 Nisan 2009

1 Büyüdüm


“Bütün renkler hızla kirleniyordu; birinciliği beyaza verdiler.”
Özdemir Asaf

Çok güzeldi her şey. Sonradan öğrendiğime göre adeta kokain etkisi yaratıyordu. Çünkü her şey hakikatten “çok güzel”di. Gün güneşli, insanlar neşeliydi ve beni çağırıyordu. İnanılmaz bir arzu gıdıklanması yaşıyordum henüz girişte çalan müziği dinlediğimde. Çok saftı, çok saftım. Gerçek olmasına inanmak isterken hayatı da adeta oradaki gibi kurguluyordum. Adı bile güzeldi: Susam Sokağı. İzlerken, yediğim şeyin paketinin dibinde kalan son parçaları, parmağımı ıslatarak üstüne basma eylemiyle ağzıma götürürken yaşadığım o tuhaf hazzı ve çelişkiyi yaşıyordum. Hani susamlı çubuk biter de susamlarına dadanırsınız ya; işte o. Susamlı çubuk bitmiştir ama geride en güzel yeri olan susamlarını bırakmıştır. Hüzün ve sevinç bir aradadır. O aptal sokakta da gerçek ve düş bir aradadır. Her şey akıl almayacak biçimde olumludur, iyidir, öğreticidir, kucaklayıcıdır. Gerçek midir peki?



Sonra büyüdüm. İlk istediğim şeylerden biri, adı “Minik Kuş” olan o aptal yaratığın kafasını koparmaktı. Hangi hakla küçük bir çocuğun algı dünyasıyla bu kadar oynamışlardı? Adı Minik Kuş olan bir canlı nasıl bu kadar büyük olabilirdi? Büyük neydi? Küçük nasıl tarif edilirdi? Sonra adı “Kırpık” olan ve küfede yaşayan o tuhaf şeyi yakmak istedim. Uyurken küfesine gaz dökmek ve ateşe vermek… Bana sokağın maskotu, iyi, çocukların sevgilisi olarak sunulan şey aslında sokağın yancısından başkası değildi. Ben hayatta kalmanın yollarını ararken, o kim oluyordu da akşama kadar küfenin içinde çocuklara bir şeyler anlatarak ve sürekli tıkınarak göbeğini büyütüyordu? Aklımda bu hayatın aptal gerçeklerine en fazla uyan karakter sanırım “Kurabiye Canavarı” idi. Anarşistti, kafasına göre hareket ediyor ve amacını gizlemiyordu. Aklında süt ve kurabiyeden başka bir şey yoktu. Kandırılmıştım! Ne gün güneşliydi, ne de insanlar neşeliydi. Dostluk ve sevgi hiçbir yeri sarmıyordu, saramıyordu. Bu şarkının çaldığı çağda savaşlar ve neden olduğu etkiler yüzünden 180 milyon insan ölmüştü. Üstüne üstlük Susam Sokağı’nın hemen ardından başlayan ve adı “Anadolu’dan Görünüm"* olan, misak-ı milli sınırlarını çizerek bizi bu coğrafyaya hapseden, o tuhaf müzikli program başlardı. Gösterilen şeyler, Doğu ve Güney Doğu’ da öldürülmüş insanlardan başkası değildi. Biraz önce izlediğim Susam Sokağı’nda geçen sevgi, dostluk, güzellik, iyilik gibi kavramlar daha üstünden beş dakika geçmeden yerini ihanet, düşmanlık, terörist, bölücü, kan gibi sapıkça kurgulanmış diğer kavramlara bırakıyordu. Her gün bir kez ve bir kez daha alt-üst oluyordum. Büyüdüğümde hâkimiyetin ikinci kategorideki kavramlara ait olduğunu fark ettim. Ben ilk duyduklarıma inandığımı söyledikçe ya çocuklukla ya da aptal bir romantizmle suçlandım. Bu kavramları idealize edip, o dünyanın kurulabileceğini iddia ettiğimde ise hain artık ben olmuştum…

*Adı her ne kadar bir çeşit gezi programına benzese de, değildi. Ama keşke olsaydı.

1 yorum:

  1. iyiliğin tavana vurmuşluğundan kalan son susam tanesi misin sen????

    YanıtlaSil

Anonim kullanıcı olarak göndereceğiniz yorumlarda mail ya da blog adresi gibi iletişim adreslerinizi belirtmeniz önemle rica olunur.

SST Atölye