22 Şubat 2011

0 Sosyal Bilimsel Bir Kavram Olarak Temizlik

“Dokunduğumuz her şey taşıdığı
tüm mikroplarla bizi takip ediyor.”*

Köklerini Aydınlanma düşüncesinde bulan modern toplum, dinselliğin egemen olduğu bir dönemin kapanışının da temsilidir aynı zamanda. Bu açıdan bakıldığında gündelik hayattan iktisadi yapılara kadar devrimci temayüller içerir. Modern toplumun en belirleyici özelliği Ortaçağın dinsel değerlerini reddederek yerine aklı egemen kılmasıdır.

Avrupa’da temizlik kültürünün modern tarihi, aynı zamanda temizlik ile ilgili süreçlerin de akılcılaşması ve bilimselleşmesinin tarihidir. Ünlü antropolog Mary Douglas’ın Saflık ve Tehlike isimli çalışmasında ifade ettiği gibi günümüz Avrupasına özgü kirlenme fikirlerimizle “ilkel” kültürlerin kirlenme fikirleri arasında göze çarpan iki ayrım bulunmaktadır. “Bunlardan ilki, kirden sakınmanın bizim için bir hijyen ya da estetik meselesi olması ve mensup olduğumuz dinle ilintili olmamasıdır.”1 Bu anlamda kir anlayışımızın dinden ayrılmasının altında toplumsal yaşamın ve kültürün sekülerleşmesi yatıyor gibi gözükmektedir. “Söz konusu ikinci ayrım ise, bizim kir anlayışımızın patojenik organizmalara ilişkin bilgimizin tesiri altında olmasıdır.”2 Hastalıkların bakteriler ve mikroorganizmalar yoluyla bulaştığının keşfi aynı zamanda modern tıbbın da yükselişe geçtiği dönemdir ve bu keşif tıp tarihinin en kökten devrimlerinden birini yaratmıştır. Öyle ki, tıp bilimi de bu dönemden sonra bilimin teknokratikleşmesine paralel olarak bu niteliği taşımaya başlamıştır. Avrupa’da özellikle Ortaçağda salgın hastalıkların yarattığı korkunun tortuları** 20. yüzyıla kadar etki etmiştir. Michel Foucault Kliniğin Doğuşu’nda doktorların, tıpkı idari yöneticiler gibi konumlandırılarak toplumsal pratikleri belirleyen ve ağızlarından çıkacak her sözün dinlendiği bölge yöneticileri haline gelişini aktarır.

Neticede 18 ve 19. yüzyılda tıp biliminde gerçekleşen bir takım dönüşümler ve gelişmeler tıbbı bir denetim aracı olma yönünde evriltmiştir. Nitekim doğanın nesneleştirilmesi ve denetim altına alınmasının, (örtük olarak) ona içkin olan insanın da denetim altına alınmasına dair bir gerekliliği içerdiği savı Aydınlanmanın radikal eleştirisi içinde hala yerini korumaktadır. Doğası gereği bu gün yine birçok radikal düşünür tarafından da denetimin ve tahakkümün egemen olduğu bir toplum biçimi olarak tanımlanan modern toplumda, tıbbın da bu denetim ve tahakküm mekanizmasının dışında kalması beklenemezdi. Nitekim 21 yüzyılın ilk on yılını geride bırakmış olsak dahi, salgın hastalıklar karşısında hala bir teknokratlar sınıfı olarak doktorlardan ve modern tıptan haliyle medet ummaktayız. Geçen yıl ortaya çıkan ve küresel bir salgına dönüşmesine ve milyonlarca insanın ölümüne neden olmasına kesin gözüyle bakılan H5N1, ya da en bilinen adıyla Domuz Gribi karşısında tüm dünyada ortaya çıkan ortak refleks bu durumun en önemli kanıtlarındandı. Oysa aynı Domuz Gribi’nin adı bu gün hiçbir yerde telaffuz edilmiyor. Öyle ki, anti-bakteriyel ürün pazarının adeta patlaması ile bu korku ve panik döneminin yükselişi de aynı sürece denk geldi. Bu gün hala, başta televizyon olmak üzere birçok iletişim kanalı yoluyla insan hayatının bakteriler ve mikropların saldırısı altında olduğuna dair ciddi bir yönlendirme yapılmaktadır. Anti-bakteriyel kategorisinde sunulan sabunlar, mendiller, kıyafetler, yataklar ise “hastalık terörü”nün yarattığı bu pazarın hiç de küçümsenmemesi gerektiğini göstermiştir.

Hayatın tıbbileşmesi karşısında insanoğlu yaşamını sürdürmenin gereği olarak doktorların ağzından çıkması beklenen sözlere biat eder oldu. Bu doğrultuda içinde yaşadığımız toplumda temizlik kültürünün tıbbi terimlerle açıklanan bir pratikler bütününü işaret ediyor olması şaşırtıcı değildir. Tabi, temizlik ürünlerinin tıbbi malzemeler gibi sunulması da… Günümüzde temizlik ürünleriyle ilgili hangi reklama bakılırsa bakılsın içinde mutlaka bir doktor figürü kullanılmaktadır. En temel temizlik pratiklerimize ve malzemelerimize müdahale eden bir doktorlar takımı mevcut artık. Ve temiz olmamız için neler tüketmemiz konusunda en yetkin kişiler onlar.

Sonuç Yerine

Suyun kutsal sayıldığı için vücudun hiçbir yerine değdirilmediği, ziyan edilmemesi gerektiği için ağza alınan suyun püskürtülerek yıkanılma işleminin gerçekleştiği dönemlerden, temizlenmenin hak olarak adlandırıldığı, estetik kaygıların bir parçası olduğu dönemlere uzanan süreçte birçok zihinsel ve fiziksel pratik haliyle dönüşüme uğradı. Bu dönüşüm içinde kapitalizmin ve modernite düşüncesinin devrimciliği, şu zamana kadar olmadığı biçimde bütün edimlerimizi, eski alışkanlıklarımızı alt-üst ederek, yaşamın her alanını rasyonalize etme çabasında yatar. Ancak asıl sorun tüm bu rasyonalitenin bir şekilde yine sistemin doğası gereği irrasyonaliteye dönüşmesidir. Tüketimin kutsadığı bir toplumsal kültür içinde tüketim pratiklerinin sürekli bir tatminsizlik üzerine kurulmasından temizliği hedef alan süreçler de bu bağlamda oldukça etkilenmiş durumdadır. Esasen hiçbir zaman tam anlamıyla temiz olamayacağımız fikri, mütemadiyen temizlenmek zorunda olduğumuz ve hep daha da temiz olmamız gerekliliğine dayanan diğer fikirlerimizle paralellik göstererek tatminin hiçbir şekilde mümkün olmadığı bir sürecin önünü açar. O halde temizlik ürünlerinin hep daha fazlasını vaat ettiği, her zaman daha temiz ve daha az kirli olmamıza hükmedeceği bir süreçten kaçınmak için temizliğe dayalı pratiklerimizin tarihsel ve kültüre dayalı, sembolik köklerini hatırlamak bir nebze de olsa kurtarıcı olacaktır.

* Anti-bakteriyel bir ürünün televizyon reklamından.
1 Mary Douglas, Saflık ve Tehlike, Metis yay., s.58
2 Mary Douglas, a.g.e., s.58
** Günümüzde de bu tortunun etkisiyle salgın hastalık korkusunun devam ettiğini ya da ettirildiğini düşünüyorum.
Devamını oku...

15 Şubat 2011

7 Uzay Yolu Dizisine Dair Çözümleyici Bir Deneme

“Gittiğimiz yere acı ve dert götürüyoruz. Uzayda ne işimiz var?
Yararlı bir iş mi yapıyoruz? Ne yararı? Uzaya zarar veriyoruz.” *

Hemen hepimizin haberdar olduğu, ilk bölümü 1966’da yayınlanan Uzay Yolu dizisi, klasik bilim-kurgu hikâyelerinin hemen her özelliğini bünyesinde barındıran bir dizi olagelmiştir. Yayınlandığı dönem çok fazla ses getirmeyen ancak yirmi birinci yüzyıl tüketim toplumunun muhalefet dâhil her şeyi pazarlayan piyasasında kendisine alıcı bulmuş ve aşama aşama bir fenomene dönüşmüş bir dizidir Uzay Yolu. Dizi, “Atılgan” isimli ve neredeyse tamamı insanlardan oluşan bir mürettebatla uzak gezegenlere seyahat eden bir geminin, dizinin tanıtımında dediği gibi “beş yıllık görevi boyunca” amacı “yeni dünyalar keşfetmek” ve “yeni hayat ve medeniyetler bulmak” olan hikâyeleri üzerine kuruludur. Atılgan gemisinin kaptanı tipik bir WASP (White, Anglo-Sakson, Protestant) olan, her şeyin kendisinden sorulduğu, hem akıllı hem de kendi dönemi için “ideal” sayılabilecek bir “erkek” olan James T. Kirk’tür. Kirk’ün en yakın arkadaşlarından biri Atılgan’ın doktoru olan Leonard McCoy’dur. İkilinin eskiye dayanan bir dostluğu vardır. Ancak aralarındaki sıkı dostluğa rağmen Kirk her zaman Kaptandır ve aralarında yaşanan ufak çaplı gerilimler sırasında bir iktidar odağı olarak Kirk, Kaptanlığını McCoy’a hissettirmektedir. Birbirlerine isimleriyle hitap eden ikilinin bu hitap şekilleri kısa dönemli gerilimlerde Kaptan ve Doktor olarak değişmektedir. McCoy sadece bir tıp doktoru değil aynı zamanda bir danışman, bir çeşit terapisttir. Gemide sıkıntısı olanlar (genelde sıradan mürettebattan çok güvertedekiler) “günah çıkarmak” için çoğunlukla McCoy’a görünmektedirler. Genel tıbbi tedavileri zaten son derece teknolojik bilgisayarlı cihazlar yapmaktadır. McCoy esasen bir vicdan temsilidir.

Dizinin kilit karakterlerinden bir diğeri ise yine Kirk’ün yakın dostu olan Mr. Spock’tır. Mr. Spock Atılgan gemisinin tek “öteki”sidir. Gemi, insan ırkı bağlamında tek bir kültürel bütünlükten mürekkep olarak tanımlandığında Mr. Spock bu bütünlüğün içinde süs bitkisi muamelesi gören bir Volkanyalıdır. Güvertenin ana karakterlerinden, siyah bir kadın olan teğmen Uhura’yı tenzih etmek gerekirse metaforik olarak Spock bir anlamda geminin tek zencisidir. Spock’ın diğer bir belirleyici niteliği insani duygulardan yalıtık olmasıdır. Bu durum dizide “insan olmaması”nın bir karşılığı olarak sunulmaktadır. Çünkü her türlü durumu, adeta bir makine edasıyla “mantıklı” ya da “mantıksız” kalıpları içinde değerlendirmektedir. Öyle ki, bu özelliği Spock’ı rasyonel aklın göstergesi yapmaktadır. Kirk ise vicdan temsili McCoy ile rasyonel aklın temsili Spock arasındaki bu dengede yolunu bulan esas figür olarak lider konumunu sürdürmektedir.

Dizinin temsil ettiği unsurlardan biri diğeri de çok kültürlü ve çok etnili bir mürettebata sahip olmasıdır. Bir WASP olan Kirk’ün kaptanlığı ve emri altında güvertede bir siyah olarak görev alan Teğmen Uhura, bir Asyalı olan Sulu, Slav aksanlı Chekov ve dizinin diğer bölümlerinde ekrana gelen diğer farklı etnik gruplardan insanlar totalde insan ırkının bir göstergesi olmaktan çok, farklı etnik grupların yurttaşlık bağıyla bağlı olduğu iddiası üzerine inşa edilmiş olan Amerikan toplumunun göstergesidirler. Özellikle kaptan James Kirk bu önermeyi pekiştiren bir figür olarak ön plana çıkmaktadır. Söz gelimi 1960’ların korku klasiklerinden, Georg A. Romero’nun tüketim toplumu ve modernite eleştirisi olarak okunabilecek filmi Night of the Living Dead filminde esas karakteri canlandıran Duane Jones bir siyahtır. Oysa Kirk Amerikan toplumunun kurucu unsuru olan bir beyazdır.

Dizinin Amerikan değerleriyle örülü olduğu iddiasını destekleyebilecek örneklerden biri de uzay gemisinin adıdır. Geminin adı Türkçeye Atılgan olarak çevrilmiş olmasına rağmen Enterprise’ın tam çevirisi “Girişim”dir. Amerikan toplumunda girişim, toplumsal ve kültürel değerler bağlamında bireylerin sahip olabileceği en önemli niteliklerden biri şeklinde tanımlanabilir. Zira Enterprise gemisi de tüm girişimciliği ile yeni medeniyetler ve uygarlıklar bulmak amacıyla yeni dünyalara seyahat etmektedir. Ancak seyahat ettikleri dünyalar ve medeniyetlere dair geliştirdikleri bakış açısı tamamen dünyevi değerler etrafında kurulmuştur. Buna ek olarak dizinin özellikle birinci sezonunda ziyaret ettikleri hemen her gezegende bazen bir araştırma ekibinin üssü, bazen de yine insanın ırkının işlettiği ve o gezegenin kaynaklarını sömüren bir maden üssü görmek olasıdır. Farklı türlerin yaşadığı gezegenlerde bile herkesin İngilizce konuşması ise yayılmacı anlayışın ve insanoğlunun geldiği tek tip halin adeta göstergesidir.

Sonuç Yerine

İnsanoğlunun teknolojik ve bilimsel ilerlemeyle ilgili tahayyülü, genellikle ortak ve tek bir kültür çerçevesinde şekillenmiş bir geleceğe dairdir. Bu tip bir ilerlemenin insan toplulukları arasındaki kültürel, dilsel veya toplumsal bir takım farkları ortadan kaldırması ve insanlık paydasında buluşulacağına dair bir öngörüdür söz konusu olan. İnsan olmaya dair ortak bir paydada buluşmanın tek tipleşmeyle ve daha da dikkat çekici olanın batı merkezli bir tek tipleşmeyle vuku bulmasına dair bir beklenti, kültürel görelilik özelinde düşünüldüğünde tam bir çıkmaz sokaktır. Her ne kadar her kültürün kendisine özgü olduğu fikri içinde yaşadığımız kimlikler çağında özel bir anlam taşısa da, ilerlemeci ve evrenselci bakış açısı birçok alanda hala ağırlığını hissettirmektedir. 1960’larda gösterime giren bir televizyon dizisi olmasıyla tarihsel açıdan Uzay Yolu belki mazur gösterilebilse de, 2000’li yıllarda da bilim-kurgu sinemasında değişen pek fazla bir şey olmadığını sezmek zor değildir.

* The Naked Time isimli bölümde asabi bir mürettebatın sitemi.
Devamını oku...
SST Atölye