26 Ağustos 2011

2 Toplumsalın Delilikle İmtihanı

“Delirmek bazen gerçekliğe verilebilecek en uygun tepkidir."
Philip K. Dick

Kültür vurgusunun ağır bastığı bir nitelemeyle yola çıkıldığı takdirde, içinde yaşadığımız toplumda bir deliden bir de çocuktan hesap sorulmadığı gibi genel bir yargıya varabilmemiz, deliler ve çocuklarla ilgili ortak deneyimlere sahip olduğumuzu düşünürsek, makul görülmektedir. Ancak delinin toplumsalla ve toplumsalın deliyle imtihanını irdelemeden önce bakışlarımızı öznemiz olan deliye çevirelim.

Nedir deli?

“1. Aklını yitirmiş olan, akli dengesi bozulmuş olan, mecnun. 2. Coşkun, azgın 3. Davranışları aşırı ve taşkın olan (kimse), çılgın.” (TDK)

Gayet “aklı selim” bir tanımlama yapmış olan Türk Dil Kurumu’nu kutladıktan sonra yola bu tanımlamayla devam edelim. Deli, görüldüğü üzere sadece bir akıl yitmesiyle, bir oluş hali ile değil aynı zamanda bir duygu durumuyla da tanımlanmaktadır. Hepimiz, zaman zaman delilik düzeyinde olduğunu düşündüğümüz bir duygu durumuyla belki de sonradan utanç verici olarak niteleyebileceğimiz bir takım davranışlarda bulunmuşuzdur. Bu utanca neden olan şeyin, deliliğin aslında delilik olmayanı da, daha düz bir şekilde söylenirse “normal” olanı da tanımlamasında yattığının gizil bir biçimde farkındayızdır. Gündelik hayatlarımıza “normal”in, ki o da toplumsal normlarla belirlenir, izin verdiği ölçülerde devam ederiz.** “Normal” bir biçimde davranma eğilimimiz hayatımızı bir çok alanda kolaylaştırır; onun izin verdiği ve esasen nerede başlayıp nerede bittiği çoğunlukla kestirilebilir olan sınırları sayesinde, türümüzün bir arada yaşama pratiği öngörülebilir bir hal alır. İşte, deliliği tehlikeli ve normalin dışında yapan şey tam da bu öngörülemezlik halidir. Bu noktada bilgi, iktidar, öngörü, Aydınlanma düşüncesi, modernite ve yancı olarak Frankfurt Okulu’yla el ele tutuşarak derin denizlere doğru dalmak, oturup belki bir King çevirmek isterdi yazar ama hem King dört kişiyle oynanıyor hem de böyle bir iddiası yok kendisinin.

Bizimki gibi toplumlarda neden deliye “hoşgörü” gösterilir? Her şehrin, daha büyük şehirlerde ise her semtin bir delisi vardır. Kimi saygı görür, kimisi yüzlerde bir tebessüme yol açar, kimisiyle de dalga geçilir. Delilik hayatın rasyonel ilkelere bağlandığı toplumlarda öngörülemez oluşu ve toplumsal düzeni tehdit eden niteliğiyle 18. Yüzyıldan itibaren duvarlar arasına hapsedilmiştir (Evet, bildin: Foucault). Şimdi resmi biraz tersten görmeye gayret edebiliriz. İddia odur ki, hayatın rasyonel olmaktan uzak ve hatta zaman zaman tamamıyla irrasyonel bir hal aldığı toplumlarda delilik, tolare edilebilir, görmezden gelinebilir ve hoşgörülebilir bir oluş biçimine tekabül etmektedir. John Carpenter’ın o güzel filmi “In the Mouth of Madness”da söylendiği gibi “Herkesin aklını yitirdiği bir dünyada geriye kalan son insanın hali nice olur.” Koca bir toplumun aklını yitirmeye temayül gösterdiği yerde “Avrupa’da bir yılda olan olaylar bizde bir haftada oluyor abi” geyikleri gibi deli hikayeleri de bitmez. Toplum olarak delirmeye bu kadar yakın oluşumuzdur belki de delileri sevmemize neden olan.

Not: Bir Pazar sabahı Kuzguncuk’ta yapmış olduğum güzel kahvaltının ardından beni Üsküdar sahilinde, tüm insanların arasında olduğu sırada sikini çıkarmış eline ve çimlere işeyerek karşılayan deliye ve onu izleyerek gülen benzicideki adama buradan saygılarımı iletiyor ve verdikleri ilham için teşekkür ediyorum.


* Bu yazıda bahsi geçen, özelde Türkiye toplumudur. Öncelikle bunu vurgu yapmak istiyorum ki, yukarıda çizildiği iddia edilen resim daha net bir hal alabilsin. Ayrıca bu yazının içinde Foucault’ya veya Erasmus’a akademik göndermeler yaparak mevzuyu derinlere çekme girişimi olmayacaktır. Delilik üzerine söylenecek sözler gayet sığ ve açıktır.
** Bir not düşelim ki, burada toplumsalın anıldığı yerlerde, aynı zamanda toplumsala dair mekanlardan, yani kamusal mekanlardan bahsedildiği anlaşılsın. Özel alanlarda gerçekleştirilen her türlü “anormal” ya da “delice” davranıştan okuyucuların kendileri mesuldür.
Devamını oku...
SST Atölye