26 Aralık 2012

0 Ne Değil ki Hiç


“Süreci anlamak için yapılaştırmaya mecbur kalan sürecin içindeki süreçtir özne; sürecin içindeki süreç olmasından dolayı sürecin taşıyıcısı, üreticisi, değiştiricisidir.” 

İlk önce kilise olarak inşa edilmiş daha sonra cami olmuş daha sonra ise Bahai Mabedi olmuş binanın giriş kapısında uyandı kadim uykusundan. Yerde yatan bir çocuğun midesinde parçalanmadan kalan tavuk tanelerini ayıran başka biriyle karşılaştı ilk önce. Çocuğa baktı beyazdı, canlıydı rengi; diğerine baktı gri, bazı yerleri siyahımsı ayakları ise açık gri. Adım atmayı öğrendi Hiç, birkaç adım sonra bir şeyin içinde bir şeyi fark etti, aynaydı bu, kendisini yansıtıyordu. Aynadaki yansımanın yerde yatan çocuğu yiyene benzediğini fark etti, aynadaki parmaklara odaklandı mumumsu kıvamdaydı, kendi parmaklarına baktı, elini salladı uzuyordu, aynaya bir adım attı, aynadaki de kendine; korktu ilk başta bu yaklaşmadan, durdu, incelemeye devam etti yansımayı. Büyük bir patlamayla yansımaya doğru hızlıca savruldu. Binanın giriş kapısı patlamıştı, kapıdan içeri bir yaratık girmişti. Uzun saçları vardı yaratığın, parmaklarına baktı sarkmıyordu aksine elinde tuttuğu bir aleti sımsıkı sarmıştı. Morumsu bir kıyafeti vardı yaratığın ve bembeyazdı teni. Bir anda karşısında buldu yaratığı, yaratık o an kendine bakıyordu... 

Yaratık ortadan kaybolmuştu, gözlerini ilk açtığı noktadaydı, yanında birisi yerde yatan çocuğun midesiyle haşır neşir olmaya devam ediyordu, onu inceledi aynada gördüğünü hatırladı. Aynaya gitti tekrar eski tanıdık bir yüz görmüş gibi heyecanla sevindi, daha sonra arkasına dönüp yerde çocuğun üstüne yatana baktı evet o bu değildi, aynadaki başkasıydı. Tekrar büyük bir patlama sesi duyuldu ve o, en son gördüğü görüntü. Bu sefer ilk patlamadaki kadar heyecanlanmamıştı, direkt olarak içeri giren yaratığı inceledi, renklerinin çokluğu ve yaratığın deri bir ayakkabısı büyülemişti onu, kendi ayaklarına baktı çıplaktı. Çıplak ve boyutları birbirinden farklı, yaratığa baktı çok yükseğe sıçrayabiliyordu, acaba kendi de sıçrayabilir miydi, tam sıçramak için yerden gücünü alırken tekrar yaratığı karşısında gördü... 

Tekrar gözlerini açtı. Hiç sanki büyük bir güç onu o noktadan uzaklaştırmak istemiyordu, acaba onun da çocuğun midesinden çıkanları yemesi gerekiyordu. Diğerinin yanına oturup onu taklit etmeye başladı, bir şeyi alıp çocuğun midesinden kendi ağzına götürüyordu. Çocuğun midesine elini daldırdığında sıcaklığı hissetti, ürkmüştü bu sıcaklık karşısında bir anda elini geri çekti, eline baktı yerinde duruyordu, yeniden çocuğun midesine elini daldırdı sanki midesinde bir şeyleri arıyordu ama ne aradığını bilmiyordu. Çocuğun parmaklarını fark etti sonra elini midesinden çıkardı, parmaklara dokundu. Hem sertti hem de yumuşak sanki bir şey o parmakların kendi parmakları gibi akmasını engelliyordu, ne olabilirdi ki, bir anda tüm gücüyle kopardı parmağı, incelemeye başladı kırmızımsı bir sıvı akıyordu, o anda gene büyük bir patlama oldu. Elindeki parmaktan gözlerini ayıramadı Hiç onun geldiğini biliyordu, yanına doğru yaklaştığını hissediyordu. Yaratığın ayaklarını hatırladı, yanındakini iterek çocuğun ayaklarına baktı, ayakları yaratığınki kadar büyük değildi, daha küçüktü, onun da ayağının etrafında bir şey vardı, o şeyi yerinden çıkarmak istedi... 

Giriş kapısına baktı gözlerini açtığında, kapı yerindeydi, yaratık o kapı patlayana kadar gelmeyecekti, hemen diğerinin yanına oturdu önce çocuğun parmağını kopardı ve diğerini taklit ederek yemeye başladı, ağzından akan sızıntı ona rahatsızlık vermiyordu ama o kan kokusu midesini bulandırıyordu. Hızlıca çocuğun ayaklarını saran şeyi ayağından çıkarmaya çalıştı ama olmuyordu, çekiyordu fakat yerinden çıkmıyordu, çocuğun ayağını ısırmaya başladı belki böyle çıkarmayı başarabilirdi, her ısırıktan sonra ağzına gelen et parçalarını yere tükürüyordu. Dışarıdan gören birisi onu çocuğun bacaklarını yediğini düşünebilirdi ama o zaten çocuğun parmağını yemişti, çocuğun parmağına sertliği veren şey içindeydi ona da sertlik verebilirdi. Bir ısırık, bir ısırık daha, koparabildi en sonunda çocuğun ayağını fakat bu seferde ayakkabının içindeki ayak çıkmıyordu, hızlıca salladı ayakkabıyı ve o an patlama gerçekleşti. Patlamanın sesi ürkütmüştü Hiç’i, artık zamanın geldiğini biliyordu. Büyük bir zorlamayla ayakkabının içinden çocuğun ayağını çıkardı ve içine kendi ayağını sokmak istedi fakat beceremedi, yaratığın yaklaştığını gördü, ilk karşılaştığı gibi hızlı hareket etmiyordu yaratık, yavaş yavaş yaklaşıyordu, azıcıkta olsa ayakkabıya ayağını soktu ve yaratığa baktı, yaratık da durduğu yerde onu inceliyordu. Evet, ayakkabı işine yaramıştı yaratık durmuştu, göz göze geldi yaratıkla, gözlerinin maviliğini gördü, ne aynadaki yaratık gibiydi ne de yanındaki gibi. Yaratığa parmağıyla gözlerini işaret ederken kendi parmaklarına baktı, parmakları hala sarkıyordu; demek ki çocuğun parmaklarına sertlik veren şey onda işe yaramamıştı. Ona dokunabilir miydi acaba, elini yaratığa doğru uzattı... 

Ayakkabı ayağında değildi, çocuğun parmağı çocuktaydı ve kapı patlamamıştı, o an her şey ilk haline dönmüştü ilk gördüğü hale, yaratığın gözlerini hatırladı, maviliğini, çocuğun gözlerini merak etti, çocuğun kapalı göz kapaklarını açtı onlarda maviydi. Yanındakinin gözlerine baktı sarımsı irinin içinde kahverengi, karanlık göz kapaklarından biri gözünün yarısını kapatmış, aynaya gitti bu sefer oradakinin göz rengi neydi, baktı inceledi yerde oturanla aynıydı. Kendi gözlerine dokunmak istedi aynadaki de kendi gözlerine dokunuyordu, elini salladı o da sallıyordu. Bağlantısını çok geç olsa da kurabilmişti karşısındaki kendisiydi ve kendisi yerde çocuğun midesindeki tavuk parçalarını yiyene benziyordu, o yaratıkla da bu çocuk. Tekrar büyük bir patlama ortaya dağılan kapı parçaları, gelen yaratıktı. Yaratık bu sefer daha da yavaş adımlarla yaklaşıyordu, durdu hiç hareket etmedi bu sefer yaratık ona bir süre baktı ve sonra ilerledi. Yerde yatan çocuğa yaklaştı ve elindeki şeyi diğerine doğru savurdu. Bir anda ortadan kaybolmuştu, kendine benzeyen ve kaybolurken yeşil bir sisin içerisinde $5000 görünmüştü. Yaratık bu sefer ona doğru baktı ve... 

Her şey yerli yerindeydi, kendisine benzeyene baktı bu sefer, yeşil sisi ve $5000’ını tekrar görmek istiyordu, onun içinde diye düşündü, yaratık geldi ve onu oradan çıkardı. Onu oradan kendisi çıkarmak istedi, fakat nasıl olacaktı ki bu, bir eliyle hızlıca kendine benzeye vurdu, bir şey olmadı tekrar tekrar vurmaya devam etti, eliyle olmamıştı çıkmıyordu. Yaratığı hatırladı, elindeki bir şeyle vurmuştu belki o da başka bir şeyle vurmalıydı, çocuk yaratığa benzediğine göre çocuğun elini de çıkarabilirdi o görüntüyü, belki de kendine alabilirdi $5000’ı ne de olsa daha yaratığın gelmesine vardı. Çocuğun kolunu tüm gücüyle çekti ve kopardı koparma anıyla patlama anı bir olmuştu. Tüm gücüyle kendisine benzeyene vurmaya başladı, vurdu vurdu vurdu ama olmuyordu, $5000 çıkmıyordu, yaratık yanlarına kadar gelmiş onun diğerine vurmasını izliyordu. Vurmaktan vazgeçti, yaratığın vurmasını izlemek istedi acaba o nasıl vuracaktı kendine benzeyene. Elindeki metal bir şeyle vurdu yaratık ve tekrar o muhteşem görüntü sisler içerisinde $5000. Demek ki sadece o metal şey çıkarıyordu yerinden. Onu almalıydı yaratığa doğru adım attı... 

Tekrar başa dönmüştü, bu sefer kararlıydı yaratığın elinden o şeyi alacaktı ama nasıl, önce kapı patlıyordu sonra yaratık içeri giriyordu o zaman kapı patlamadan önce ne oluyordu. Kapının yanına yaklaştı açmak istedi açamadı, kapının kenarına çekildi daha sonra beklemeye başladı evet önce yaratığın elindekini alacaktı daha sonra çocuğun midesinden yemek yiyene vuracaktı belki öncesinde yaratığa vurabilirdi. Acaba yaratıktan da çıkar mıydı ki, bekledi bekledi önce bir tik sesi geldi kapıdan yaratık yaklaşıyordu, kapı patlar patlamaz kapıya doğru atlayacaktı, kapı patladı ve tüm hızıyla kapıdan dışarı sıçramaya çalıştı, kendisi havadayken bir anda durdu her şey, kıpırdayamıyordu, hareket edemiyordu, tam karşısında yaratık vardı o da hareket edemiyordu, her şeyin sallandığını hissetti kendisi, yaratık, bina, o an havada kalan kapı parçaları her şey sallanıyordu, her şey yıkılıyordu. 

Teknik servis notu: 
Kullanıcı şikayeti: Oyun oynarken bir anda pc kapandı ve tekrar tekrar denememe rağmen açılmadı, tam anakart ekranı geliyor ama gerisi gelmiyor. 
Teknik servis incelemesi: Hard disk boot sector 
Çözüm: Hard disk değişimi
Devamını oku...

11 Aralık 2012

2 Fucking State ya da Ölüm (Siktiğimin Devleti)


 “Ya devlet bireyi ve toplumsal hayatı daima ezerek, insanın etkin olduğu bütün alanları ele geçirerek savaşlara ve iktidar mücadelelerine, bir tanrının yerini diğerinin aldığı saray darbelerine yol açacaktır, ki bu gelişmenin sonucunda kaçınılmaz bir biçimde ölüm vardır, ya da devletler yıkılacak ve özgür anlaşmasıyla bireylerin ve grupların canlı insiyatiflerini bir ilke olarak benimseyen binlerce merkez yeniden hayat bulacaktır.”

Pyotr A. Kropotkin

“Devlet insanlar arasındaki bir koşuldur, belli bir ilişkidir, bir insan davranışı tarzıdır. Bizler başka ilişkiler üzerinde anlaşarak, farklı davranarak onu yok edeceğiz.”

Gustav Landauer


Weberyan bir bakış açısıyla işe giriştiğimizde devlet, şiddeti kullanma tekelini elinde tutan tek meşru güç olarak karşımıza çıkar. Temeli meşruiyetin kaynağına dayanan oldukça tartışmalı bir bakış olsa da, bugün devlet Weber'i haklı çıkarmak istercesine bu yolda dümdüz ilerlemektedir. Bir insanın bir başka insanı ya da insanları öldürmesine cinayet veya katliam adı verilirken, bunu devlet yaptığı zaman eylem bir anda sihirli bir biçimde idam, müdahale, operasyon vb. gibi isimler almaktadır. Toplumsalın buna karşı geliştirdiği bir refleksten bahsetmek isterdim ancak aynı toplumsal, zaten adına ulus denilen ve insanlık tarihinde çok da eski olmayan başka bir salaklık uğruna devletinin kendisini koruduğu yalanına köpeklik etmekte (köpekleri tenzih ederim).

Rousseau'ya dayanarak söylersek, bilinmeyen bir tarihte toplumsal bir sözleşme imzalayarak yetkilerimizi ve haklarımızı devlet denilen bu aşağılık kuruma verdiğimizden beri insanlık olarak burnumuz boktan kurtulmadı. O günden beri sanki bir distopyanın içinde yaşıyoruz. Yaşama ya da ölme hakkımız bile devlet tarafından belirleniyor. Mesela devletin işlediği cinayetlerden, hadi güzel adlandırma yapalım, idamlardan önce idam mahkumlarının sağlık muaynesinden geçtiğini belki de çok sayıda kişi bilmiyordur. Bu kararı kendi iradenizle devletten önce verir ve kendinizi öldürmeye kalkarsanız devlet buna asla katlanamaz. Yapma bak, çok üzülür. Sizi yine bir güzel tedavi eder. Devlet öldürme yetkisini sadece kendisine ve dolayısıyla etrafındaki kurumlara ve onlar için çalışan köpeklere bahşettiği için devletten izin almadan asla ölemezsiniz. Bu yüzden devlet sizi öldürmeden önce muayne eder; sağlıklı olarak ölmeniz için. İntihara teşebbüs edip de başaramazsanız, tedavinizin akabinde yine devletin köpekleri tarafından gözaltına alınırsınız. Suçunuz devletten habersiz ölmeye kalkışmaktır. Geçenlerde gazetede çıkan bir haber işin boyutunu çok daha okunaklı biçimde sunuyordu. Etrafa rastgele ateş açtığı için tutuklanan ve cezaevine koyulan inşaat işçisinin kanser yüzünden altı aylık ömrünün sadece bir ayı kalmıştı ve devletin kendisine verdiği ceza 16 yıl 8 aydı. Ama bu sefer tedavi ya da evinde ölme isteği de geri çevrilmişti bir insanın. Devlet bir ay ömrü kalan, yasalarıyla 16 yıl ceza verdiği insanın, yine kutsadığı sikindirik yasalarıyla ömrünü uzatabileceğini mi düşünüyordu yoksa? Daha da ironik olan bu insanın temel bir insan hakkı olan sağlık hizmetlerinden yararlanması devlet tarafından engellenmişti (yeşil kartı iptal edildi). Ama öyle deme bak, hayatının bir yerinde sana güzellik de yapıyor devletin arada bir kendince. Tebaasından penisi olan, sağlıklı olarak fişlediklerini kendi bünyesine alıyor ölsün ya da öldürsün diye. Ama insan değilsin orda da, merak etme. Sadece malzemesin, eğitimde ölürsen zaiyat, savaşırken ölürsen şehit, insan olduğunu hatırlayıp reddedersen de hain.

Sadece ölmek eylemiyle ilgili de değil bütün bunlar. Öldükten sonra bile bedeniniz hakkında söz sahibi olamıyorsunuz. Tabi sınıfsal bir durum söz konusu aslında burda. Söz gelimi kendinizi yaktırmak isterseniz ve paranız varsa, en yakın krematoryum ülke dışında. Ölmek bile eşitlemiyor bizi. Ne kadar ironik. Sosyal devlet olsa fena mı? Yakarlar değil mi? O da aynı bokun laciverti olmasın sakın. O da kendi başına bir şeyler yapmana izin vermiyor, merak etme. Her şeyin başı "normal". Normal olana göre belirleniyor bütün pratikler. 

Rivayet edilirki, zamanın İngiltere'sinde bir adam kendi boğazını keserek intihar etmeye kalkışmış ancak sorumlu  mu yoksa sorunlu mu olduğu bugün bile tam olarak bilinemeyen yurttaşlar tarafında kurtarılmış. Zamanın yasaları ve mahkemeleri "insan hayatına verdiği değerden" ötürü, sonlandırmaya çalıştığı şey kendi canı olduğu halde adamı cinayete teşebbüsten yargılamış ve suçlu bulmuş. Aynı yasalarda, kasten bir insanı öldürmeye çalışmanın cezası belliymiş: Asılarak idam. Adam, boğazını derin kestiği için iyileşmesi belli bir zaman almış ancak bitmemiş. Ardından idam günü gelmiş ve kendi boğazını kesmeye çalışan bu adamcağız, insanlığın bilinmeyen bir tarihinde haklarını devrettiği kurum tarafından boğazına bir ip geçirilerek, tam olarak iyileşmediği için boğazındaki dikişler, asıldığı sırada patlayarak ve boynu açılarak orada can vermiş.

Biz de seyretmişiz.

Devamını oku...

7 Aralık 2012

0 Mor Tavşan

Kola mı üçü bir arada mı, belki de bir bira, kulağına Iyeoka’dan Simply Falling akarken aslında kırmızı şarap daha iyi giderdi ama yok yok olamaz yetiştirmem gerekiyor diyordu, bu gece o aptal makale bitecek zaten son geceye kadar ertelemişti fakat hala da ertelemek istiyordu. 

Elinde kolasıyla arşınlıyordu odayı ve kulağına akan Awolnation ritimleri. Odanın ortasında ritme bırakmıştı kendini, eylemlerini o an notaların dansı kontrol ediyordu, hafiften öne atılan adım daha sonra geriye hızlı bir tane, hafiften oynayan omuz, sanki Leon’un sahnesini hiç kimseye karşı canlandırıyordu. 

This is how an angel dies 
I blame it on my own sick pride 

Anını tarif eden sözler, kendisine yelken mi alsaydı, yok yok keşke yelken olsaydı, belki de büyük bir balinayla arkadaşlık edebilirdi, o an dansın ortasında hem küçük bir vicdan azabıyla hem de sinirle kitaplığının karşısında buldu kendini. Göz hizasındaki raflara, okunması gerekenler yan yana dizilmiş kitapların üstlerine serpiştirilmişti, çok önceden okunanlar ve aslında kendine dair izler taşıyan kitaplar ise kitaplığın en alt rafında gizlenmişti, neler vardı ki bu kitapların arasında, bir film nasıl okunur, resimin karanlık tarihi, mavi tüy, küçük prens. Nedense pek dikkat etmezdik bir kitaplıktaki raflara, oysa kitaplığın sahibine dair önemli izler taşırlardı, ilk gözümüze sokulanın pesinden giderdik, kitaplığının sahibinin ruhuna dokunmak istemezdik, belki de kendi ruhumuza dokunulmasından ölesiye korktuğumuzdandı, çıplak kalmaktansa yalnız kalmayı tercih ederdik. Filmi görmektense fragmanları izleyen, filmini göstermektense fragmanlarımıza yoğunlaşan zavallı ruhlardık. 

Masasının üzerinde ve yerde yazması gereken makale için alıntılar, denemeler, buruşturulmuş köşeye atılmış kağıtlar. Bir temizlik yapmalıyım diye düşündü, bu onun erteleme oyununun başlangıcıydı, içinden masaya oturup o aptal makaleyi yetiştirmek gelmiyordu. Yerden köşeye atılmış ilk kağıdı eline aldığında bunun makalenin bir parçası olmadığını fark etti. 

Will we ever have that baby 
Just take that pretty face 
I've shown me 

sözleri yazıyordu kagıtta ama gerisini okuma ihtiyacı duymadı ironik biçimde o an kulaklarına akan ise Take Me Somewhere Nice sözleriydi. 

A false memory would be everything. 
A denial my eliminent 

Zor da olsa masasına oturdu, pc’nin açılmasını beklerken tam karşısındaki yatağının altında dışarı çıkmış bir beyaz tüy fark etti, “ne olabilirdi ki” yerinden kalkıp yatağına ilerledi ve yatağının altından tüyü çekmeye başladı, çocukluğundan beri yanından ayırmadığı beyaz tavşanıydı bu, bakalım kaç yer görmüştü bu oyuncak; Roma, İngiltere, İsveç, Amerika ve şimdi de Kanada. Sen de mi yoruldun sorusu döküldü ağzından, sen de mi? Tavşanın kulağındaki küçük yanığın nasıl olduğunu hatırladı, Konya’da küçük kaloriferli bir evde geçen çocukluk, ev kaloriferli fakat çocuğumuz üşümesin mantığıyla küçük bir de soba yakılıyordu oturma odasında. Amca ve babası önce ekonomi sonra demokrasi mantığıyla hareket eden Özal politikalarını tartışırken küçük bir dikkatsizlikle tavşanının kulağı cızlamıştı. Yanan pamuk organik pamuk mu yoksa içinde kanserojen madde var mı soruları o zamanlar zihinleri kurcalamıyordu, aradan geçen bunca sürede amcayla baba tartışmaları yönünü Galatasaray mı Fenerbahçe mi tartışmalarına çevirmişti. 

Kulağına akan How to Disappear Completely ile tavşanı yastığının yanına yerleştirdi, mp3 çalarını kulağından çıkardı, çocukluğundan kurtulup makalesini yetiştirmesi gerekiyordu, düşüncelerini toparlaması ama olmuyordu, pc’nin başına döndü tekrar, uzun uzun ekrana baktı sadece kolasını yudumluyordu, ”acaba klavyeyi mi temizlesem?”, en son klavye temizleme macerası klavyenin kullanılamaz hale gelmesiyle sonuçlanmıştı, daha sonra bu salaklığı hemen hemen her öğrencinin yaptığını öğrenmişti. Saçma sapan sitelerin arasında dolaşmaya başladı, garip bir site ilgisini çekmişti biraz şamata, biraz ciddi, kimi zaman duygusal. Sitede oyunlarımız bölümüne girdi, bisiktirol yazısına tıkladı, tıklarken annesinin gardırobuna saklandığı zamanlarda ki naftalin kokusunu hatırladı, ne zaman içinden yaramazlık yapmak gelse bu kokuyu duyardı. 

“Kuyruk yağı ile biber gazının efsanevi birleşimi bisiktirol, kullandıkça vazgeçmeyeceksiniz.” Ekrandaki yazı gülümsetmişti, lütfen bekleyin yazısının geçmesini beklerken kahvesinden bir yudum daha aldı. 

Derdin ne kategorini seç yazısını tıkladı. 

Kategoriler: 

En iyi arkadaşının düğününe gitmek, 
Tuvalete bekçi olamayacak albayın içtimada yat kalk sürün, çok beğendim gene yat demesi, 
Eylem sırasında çekirdek çiğneyip eylemcilere bakan amcalar, 
Peşimi bırakmayan eski sevgili, Maaşıma zam yapmayan patron, 
Sunumumu dinlemeden eleştiren hoca, 
Otobüste göğsüme dokunmak için uyuyor numarası yapan ergen, 
Sürekli espri yapmaya çalışan iş arkadaşları, 
Sürekli arayan banka avukatı, 
Cenazede görücüye gelen teyzeler 
..... 

Uzayıp giden bir liste; ilkine tıkladı, bir anda alttan yüksek bir melodi yükselmeye başladı, 

“Eee bu mendili icat edeni ne ne yağlıca ya ya ah gıdı gıdı meh meh” 

Ve tüm ekranı kaplayan bir yazı, 
“Bisiktirol; kuyruk yağı ile biber gazının efsanevi birleşimi” 

Oyunda karşısına çıkan insanları kullandığın bisiktirol parfümü sayesinde yanınızdan kaçırıyordunuz, kimin sizi rahatsız edeceğini önceden tahmin edip o yaklaşmadan önce parfümü üstünüze sıkmanız gerekiyordu, önemli noktalardan biri de zamanlamasıydı ne çok erken ne de çok geç sıkacaktınız. Erken sıkarsanız etkisi kayboluyordu ve o kişi gitmiyordu, biri sizi rahatsız ettiğinde ise edalı gelin sözleri çıkıyordu;

“Hana baktım han değil, pençereye baktım cam değil”

 Düğün salonuna ilerletti karakteri, fakat iki adım sonra “Hana baktım han değil, pençereye baktım cam değil” yazısını gördü, ne olmuştu ki; tekrar denedi tam az önceki yazıyı okuduğu noktaya geldiğinde karakteri kendi etrafında döndürdüğünde az önce yanından geçtiği adamın arkasında olduğunu gördü, adamın bir dizini önüne kırmış gösteriyordu, bir anda parfümü sıktı fakat geç kalmıştı, adamın eli ona dokunmuştu. Üçüncü denemesinde o bölgeyi atlattı, düğünde oynayanların arasından geçerek boş bulduğu bir masaya oturdu, yanındaki yaşlı teyzenin yüzü ekranda belirdi ve

Kızım sıra sende mi?

Büyük bir kahkaha arkasından ise
“Hana baktım han değil, pençereye baktım cam değil”

Ne biçim oyundu hem sinirleniyor hem de gülüyordu, yaşlı teyzeyi atlattıktan sonra düğünde göbek atması için ısrar eden arkadaşlarını daha sonra dansa kaldırmak isteyen damadın kardeşini, onları da atlatınca düğünün sonunda taksicinin sözlü tacizlerini atlatması, taksiciden sonra eve geç geldin diyen annesinden kurtulması gerekiyordu, daha sonra ise neden bu kadar açık elbise giydin diyen kardeşini atlattıktan sonra yatak odasına kendisini kilitlemesi gerekiyordu.

İlk bölümü aşması yaklaşık üç saatini almıştı, bölüm sonunda ise önce büyük bir kalenin demir kapının kapanması ve kapanırken duyulan o gıcırtı ve çok yüksek bir kilit sesi vardı. Üzgün hissetti kilit sesini duyduğunda, oyun sırasında çevresinden kaçırdıklarının yüz ifadelerini gördükçe aşağısında oturan hafiften sağır yaşlı amcayı uyandıracak kadar bir kahkaha bile atmıştı, fakat bu son sesle gülümsemesinde de bir şeyler kilitlenmişti.

Artık zamanı gelmişti makalesini bitirmesi gerekiyordu, düşüncelerini toparladı, bir kağıda önce temel cümlelerini yazdı, yazının sınırını çiziyordu böylece, her cümlede yazı inşa oluyordu. Giriş ve sonuç aynı olacaktı, giriş makalenin özeti gibiydi, aslında girişi anlayanın makalenin gerisini okumasına gerek yoktu. Cümlelerini destekleyen referansların isimlerini yazdı cümlelerin yanına, makalenin iskeleti hemen hemen hazırdı, sadece yapması gereken yazdığı cümleleri bedenleştirmekti, cümleleri şişirmek ve birer paragrafa dönüştürmek. Paragraflar alt alta geldiğinde ise makale ortaya çıkmıştı, makalenin içeriğini anlatan anahtar kelimeleri de seçti en sonunda, sınırını çizmiş, makaleyi yazmış ve anahtar kelimelerle makaleyi mühürlemişti.

Sabaha sadece birkaç saat kalmıştı artık uyuması ve yarı uykulu sunumunu yapması gerekiyordu, evinin kapısının kilidini kontrol etti son kez, iyi ki de kontrol etmişti kilitlemeyi, unutmuştu çünkü anahtarını bir kere çevirdi kilit sesini duydu, oyun aklına geldi o iç gıcıklayıcı kilit sesi, tekrar cevirdi ikinci ses... Son kilit sesini duyduğunda ise yatağının üstüne bıraktığı mp3 çalarından tavşanın yanık kulağına Eric Clapton’dan Layla akmaktaydı. Buruşturup attığı kağıtlarından birinde ise:

“Ben şu an bu yazıyı bitirirken on beş yıldan beri her akşam dayakla haşır neşir olan bir kadın bu sefer de yemeğin içine atılması unutulan tuzun gazabına uğruyordu, daha otuzunda olmasına rağmen ilk torununun ağlama sesleri arasına kendi gözyaşlarını sessizleştiriyordu. Kilometrelerce ilerde başka bir bebek ise babasının İsrail askerlerince öldürülmesini hissedermiş gibi bir daha ağlamamak için tamamıyla susmuştu. Tam da o anda Filistin duvarına çizdiği resmin yaşlı dede tarafından neden bu kadar tepki çektiğini hala anlamayan Bansky’nin Sokak sanatına yüzbinler vermiş bir borsacı can sıkısını gidermek için Taylandlı bir kadına striptizci kulübünde kucak dansı yaptırırken, Suriye’den Türkiye’ye gelen sığınmacıların bakire kızlarına talip olan bir Suudi, petrol piyasasında Amerika’nın yaptığı açıklamanın mevduatlarına etkisini öngörmek için muhasebecisiyle toplantı halindeydi.

Siz bu son paragrafa başladığınızda ise Amerika’da iki kanka hangimiz daha fazla sosisli yiyebiliriz yarışındayken Afrika’daki bir çocuğun açlıkla imtihanını açlık ezerek kazanmıştı. Aynı anda eli Fransız lokantalarında spesiyal olan bir gorilin bebeği annesinin pigmelerin sırtında ilerlemesine anlam veremeden bakarken, Fransız şef de aristokrat müşterisinden yemeğe dair övgüler alıyordu, şefin yardımcısı ise yemekte kullanılan altın tozundan artanları yerine koymaktaydı. Şef yardımcısının karısı ise yeni doğan bebeklerinin iştahsızlığının çözümünü doktordan dinliyordu. Başka bir doktor ise Amerika’da annesi ağrı kesici bağımlısı olan bebeğin yoksunluk sendromunu dindirebilmek için bebeğin serumuna ilaç enjekte etmekteydi. Satışlarını arttıran ağrı kesici şirketinin bölge pazarlamacıları ise, bu başarıyı bir akşam yemeğiyle taçlandırmak için lokantanın birinde garsonlarına siparişini vermekteydiler.” yazmaktaydı.
Devamını oku...

3 Aralık 2012

1 Izdırabınısikiyim


“Biraz iç gıcırtısı sesine bastırılmış can sıkıntısı havasının tek resmi içeceği Izdırabınısikiyim. Haricen kullanılır.”  

İçinizden, helal süt içmiş, kıçında TSE damgalı bir kadınla izdivaç edip, ondan en az 3 tane çocuk peydahlayıp bunlardan ikisinin polis olması gelmiyor mu? Vergilerinizin duble yollara, HES kredilerine gitmesi sizi rahatsız mı ediyor? 65 yaşına kadar sigortanızı yatırdıktan sonra izin verirsek ilk depremde öleceğinizi bilmek içsel gerginliğe mi yol açıyor? Verdiğiniz vergilerden desteklemediğiniz bir savaşın bir tarafı silah alırken, ucuza bulup içtiğiniz içkiden ve aldığınız tütünden alınan haraçla diğer tarafın silah almasına üzülüp, bölgede savaş üzerinden yürütülen ekonomiyi hemen hemen hiç sorgulamamak mı istiyorsunuz? Devlet tek bir dinin tek bir mezhebini desteklese de demokrasiye bağlılığınızı oyunuzla kanıtlamak mı istiyorsunuz? “Makbul vatandaş olabilir miyim?” diye kendine sorular sorup can sıkıntısının dehlizlerinde mi yüzüyorsun, o halde sana büyük bir haberimiz var. 

Kentsel dönüşümü sonuna kadar desteklerken, ihalelerinin kamu ihale yasasının dışında bırakılmasını umursamamanız; gemisini yürüten kaptan, bal-parmak bağlantısını her zaman onaylamanız, kıçınıza giren ampulün yaydığı ısıyla ısınabilmeniz için muhteşem bir teklif daha, siz de üstüne tek bir çivi çakılması yasaklanan araziler rus enerji şirketlerine peşkeş çekilirken gelecekte buralar sadece dutluktu diyebilmek için fotoğraf çektirebilirsiniz. 

Tamam lan tamam adam olacağım diye bağırıp, belki siz de evet siz de adam olmanın şerefine, ağlak imamın konuşmasını canlı dinleyebilirsiniz, hem de vizeye pasaporta gerek yok, biz ayarlıyoruz. Birkaç kullanım sonunda siz de her gördüğünüz avrata şapırdattığınız ağzınızla kedi canını diyebileceksiniz, pezevenklikten hapis yatan hocaların tavsiyelerine uyarak kimin cennetlik kimin cehennemlik olacağına karar verebileceksiniz. Sapkın ilan ettiğiniz Kürt Alevilerinin, Nusayrilerin yüzüne gülüp kardeşlik ayaklarına çocuklarına gofret dağıtabileceksiniz, evet siz, siz başarabileceksiniz, yeter ki kendinize inanın. 

Sokak hayvanlarına özgürlük diyerek inlerken köpeğinize pire tasması alabileceksiniz, eğer çok isterseniz siz de “atam sen kalk ben yatam” diyerek ağlayabileceksiniz; Çerkez Ethem mi, o kim, hele ki İzmir suikastı tamamıyla dış mihrakların oyunlarıydı. Evet siz, siz de başarabileceksiniz. 

Her odanıza tv alabileceksiniz, kredi kartları kol gibi girse de evim şahanedeki sevince ortak olup, ben bilmem eşim bilirle ağlayabilirsiniz. O da mı yetmez, seksenleri seksenlerden öğrenip o dönemin siyasal sistemine güleceksiniz. Yabancı dil bile öğrenebilirsiniz. Vallahi billahi eğer isterseniz siz de Trt şeş’ten İslamla yoğurulmuş Kürtçeyi öğrenebileceksiniz; o da mı yetmez işte en zoru, en ulaşılamayanı, siz de arka sokakların tüm bölümlerini izleyip polisimizin başarısıyla mutlu olacaksınız. 

Ösym’nin sınavlarında ne kadar kopya çıkarsa çıksın, doktora tezleri ne kadar vikipedi alıntılarla dolu olursa olsun siz ilgilenmeyeceksiniz, çünkü siz de ”çalışan başarır” diyeceksiniz. İnanmıyor musunuz, küçücük odalarda özgürce dolaşan tavukların doğal yumurtalarıyla yapılan bir omleti, kilosu 20 tllik bal ve içinde süt mamulü bulunmaz yazan kremalı kahvenizle tüketebileceksiniz desek buna da mı inanmıyorsunuz, o halde siz de hangi sene hangi ürün stoklarda kaldıysa o ürünün yararlarını anlatan haber bültenlerindeki profesörlerin ellerini değil ayaklarını öpeceksiniz. Evet, evet sadece odaklanın ve siz de en kısa zamanda Izdırabınısikiyim kullanmaya başlayın. 

Bekleme gerçekleştir, senin dışındaki diğer insanların neyin kafasını yaşadığını mı merak ediyorsun. O kafaya ulaşıp aranıza katılabilir miyim diye mi soruyorsun, bu kafaya katılamadığın için mi dertleniyorsun. Dertlenme değerli kardeşim Izdırabınısikiyim tam sana göre... 

“Biraz iç gıcırtısı sesine bastırılmış can sıkıntısı havasının tek resmi içeceği Izdırabınısikiyim. Haricen kullanılır.”
Devamını oku...
SST Atölye