13 Temmuz 2009

1 Bir Düş Yolculuğunun Şaşırtıcı İzleri

Neyin ne olduğunu bilmediğimiz zamanlardan ağır ağır uzaklaşıyorum. Zihnimin en derin köşelerinde biriken tortular devingen bir hareket içinde. Sessizlik sarmaya başladı bile tüm vücudumu. Uzun tasvirlerle kendini tarife zorlayan yolun her bir kavisi hatırlatıyor geçmişte olan bitenleri. Gittikçe derinleşen felsefi mülahazaların çıkış noktaları beliriyor.

Hatırlıyorum…


Elma bahçelerinin tam ortasında uzanmış, başımda tarım ilacı şapkası, nereden gelip nereye gidiyoruz sorgulamalarıyla kendimden geçtiğim zamanları görmeye başladım. Tarımdaki kapitalistleşme kendimizi doğaya verelimciliği hepten aşmışsa da, bir takım alametler hala yerli yerinde.

Serada geçirdiğim üç günün sonunda bütün olan biten daha da belirginleşti. Gübre almaya gittiğimiz ilçe pazarında tüm bir sıradanlığın içinde ayırt etmenin zor olduğu dükkân bir anda karşımda belirivermişti çünkü. Burada işler bu şekilde yürümekteydi. Hiçbir şey kendini ortaya çıkarmaz. Debdebeli bir kentsel cümbüşün kapsadığı yaşam formlarından yol alan birinin bu küçük dünyanın izlerini çözmesi bu yüzden pek kolay değildir. Karmaşaya alışık bünyeyi bir anda umutsuzluğa sevk edecek bir taşra sıkıcılığı ve durağanlığı beliriverir ensende. Ama bu kapalı dünyanın yarattığı asık ifadeyi bir anlığına bırakıp, yüzyıllardır oluşmuş bellek katmanlarında kozmik bir seyahate kendini bırakabilirse insan, işte o zaman bu havanın gerçek yükünü hissedebilecektir.

Sanırım ortaokul yıllarıydı. Yani zihinsel ve bünyesel absürdlüklerin insanı tüm yaşam evreninden soğuttuğu gri dönemsellik. Geçiş sureti taşıdığından değil, sırf gri pantolonlardan dolayı bu böyleydi. Zaten birçok şeyin utanç abidesi olarak hayatınızda dikildiği bir dönemde o gri pantolonlar tüm mana dünyanızı zapturapt altına alır. Amma velâkin işlerin tesadüfî ve harikulade biçimde farklı bir güzergâhta geliştiği de olmuştur.

Misal, bellek zamanlarından kopup gelen bu dükkân gibi. Zihin dünyalarımı açmamda hem tuhafiye hem kırtasiye olarak hizmet veren bu dükkânda gördüğüm kitapların tuhaf biçimde etkisinin olduğunu söyleyebilirim. O kadar sıradan, o kadar tantanasız ki, Sızıntı dergisinin vakti zamanında verdiği ağlayan çocuk resmi hala duvarında asılı. Hâlihazırda Simmel okumalarımda bana bir uğrak olarak beliren Henri Bergson’la ilk tanışıklığım da burada başladı. 1950 Konya Ülkü Basımevi künyeli “Bergson ve Proust, Marceline Valmore, Ekzistansiyalizm Yaratıcısı Arthur Rimbaud” ve MEB baskılı “Yaratıcı Tekâmülden Hayatın Tekâmülü” kitaplarına bu tuhaf dükkânda rastlamıştım. Takviye vites Ferguson’un üstünde cangılı cangılı sallanarak yayla yolunu tutmuşken başladım okumaya. Bu Ferguson’ların lastik üstleri yampiri olduğundan düşeyazdım. Kolcağzım azıcık incinmişti. Bende o akşam yaylaya gitmek yerine köyde kalıp muhtarın eve televizyon izlemeye gittim. Çok sonraları hafızamda kalan görüntülerden adını çıkardığım Ingmar Bergman’ın Smultronstället filmi oynuyordu. Neyi nasıl anladık gene ayrı konu amma Bergson’dan aklıma çalınan şuurun idrakı, yekpare zamanın faraziyeleri gibi meselelerle çağrışımlar kurmaya çalışıyordum, bir süre sonra kahveye gittik, oralet içip dost kazığı oynadık. Yeni bir dünyanın eşiğinde hissediyordum kendimi. Daha fazlasını arzuluyor, içim içime sığmıyordu. 


Sabah ezanıyla ilçe kütüphanesine doğru yol aldım. Mütemadiyen kapalı, uğrayanının da nadir olduğu kütüphanede şansıma görevli memuru bulmuş ve Bergson’un kitaplarını sormuştum. Bana çocuk kitapları şu köşede demişti. Bu tür küçük yerlerin kütüphane memurlarının halet-i ruhiyesi apayrı bir enteresanlık taşır zaten. Ziyaretçilerden pek memnun olmazlar. Durduk yere bir dolu mesele, getirdiydi getirmediydi üzerime zimmetliydi falandı filandı derken canları sıkılır. Memurun bu gergin bakışları altında eski yazıyla basılmış “Şuurun Bilâ Vasıta Mu'taları Hakkında”yı bulmuş ve muhakkak bir kitabının her evde bulunduğu Yusuf Tavaslı üzerinden öğrendiğim elifbe ile sökmeye çalışmıştım bu eseri. Ninem elimdeki eski yazı bu kitabı görünce “hafız olcak bu çoccak” demişti. Eski yazı ya, isterse Bakunin’in “Tanrı ve Devlet”i olsun hiç fark etmez. Hoş, Bergson’un bu topraklardaki okuma biçimi çok da farklı sayılmaz. Şimdilerde Deleuze üzerinden okusam da, o zamanlar Tavaslı üzerinden okumayla ne anladım pek emin değilim ama vardığım yer koca bir hiçlik oldu. Öte yandan Tanpınar tasvirli bir huzurun serencamı içindeydim. Yüzümdeki yarı metafizik yarı salakça gülümsemeyle gün boyu nohut yoluyordum tarlada. Nohutları derleyip pazara götüreceğimiz zaman gelip çatmıştı. Hemencecik gittim tekrardan o tuhaf dükkâna. Hayat o kadar kaotik ki, Lenin’in “Materyalizm ve Ampriokritisizm”ine rastladım. Kitabı iki pötiböre kıstırdığım güllü lokumun eşliğinde okumama rağmen mistik dünyama bir hançer gibi saplanmıştı. Korkmuştum hem isminden hem cisminden. Kitap ikinci eldi ve üzerinde “1978, Isparta” diye not düşülmüştü. Bir gizli mesaj mıydı yoksa o kitabı belki de Isparta’da okumuş ilk ve tek insana mı rastlamıştım bilmiyorum. Sorular çok karmaşık bir hal almaya başlamıştı. Bir tarafta nice baskı yapmış, on milyonun üzerinde satışla memleketin en çok satan kitabı konumundaki Yusuf Tavaslı’nın “Tam Namaz Hocası”, diğer tarafta muhtemelen dönemin siyasal atmosferinden etkilenen Burdurlu bir köy öğretmeninin gazete kağıdıyla kaplayıp okuduğu ve daha sonra korkuyla elinden çıkardığı Lenin’in “Materyalizm ve Ampriokritisizm”i. Sosyal gerçekliğin kaotik varoluşu beni derinden yaralamıştı. Kitabın süt kamyonuyla buralara gelmiş olabilme imkânının sosyo-politik çıkarımlarını düşündüm. Düşündüm, düş kurdum.

Geldiğim noktada, belki de Bergman, Bergson ve Massey Ferguson arasındaki sıra dışı bileşkede varettiğim sürreal bir düşten uyanıyordum. Ama hissettiklerim gerçekliğini ispat edercesine sessizdi.

Hatırlıyorum…


“Bir düşün peşinde başlayan bu bellek yolculuğu bir düşten uyanarak kendi serüvenini tamamlamıştır.”








image source: 
1- Farm 02 by Guimarconi on Deviantart http://delacorr.deviantart.com/art/Farm-02-27998635
2- Farm Life by Mrichston on Deviantart Clytie by Catipher on Devianart http://mrichston.deviantart.com/art/Farm-Life-22153339

1 yorum:

  1. Sevgili Felix Sarotti, postmodern tefrikalarınızı okurken inanın o dünyaların içinde kendimi kaybediyor, tekrar bu aleme zor dönüyorum. Geçmiş yaşantılarınızın size katmış olduğu bu halet-i ruhiyeden ben de feyz alıyor ve sizi kutlamak istiyorum bir kez daha. Yazmaya devam edin pirim. Yuvarlayın siz, o gelir...:)

    YanıtlaSil

Anonim kullanıcı olarak göndereceğiniz yorumlarda mail ya da blog adresi gibi iletişim adreslerinizi belirtmeniz önemle rica olunur.

SST Atölye