Ana bilgisayar arkamda, durmak bilmeyen fanıyla sabrımı aşındırıyor. Kasvetli, orta halli bir mahallenin ortasında, bilgisayar sanki benim yerime sıkıntıdan üflüyor. Mahalleden geçen seyyar satıcıların megafonlarından çıkan sesler cama çarpıp içeriye boğuk, anlamsız ve bezgin bir şekilde düşüyor. Sıkıntıdan yerimden kalkıp ileri geri giderken üstlerinden geçiyorum, farkında bile değilim; sadece bir ara anlamsızca bakıyorum onlara, onlar da bana; mat, donuk ifadelerle… Satıcının gırtlağından çıkan o gür, bezgin ve hırslı ses şimdi ayaklarımın dibinde baygın bir şekilde yatıyor, camın ardında bıraktıklarının eksikliğiyle… Çocuklar geçiyor sonra, seyyar satıcılardan sonra, kuran kursuna giden çocuklar. Başlarını örtüyor kız çocukları, kurstan çıkınca açacaklarını bilmenin hızıyla. Çocuklar kuran kursuna gidiyor… “böyle bir mahallede, böyle bir şehrin böyle bir mahallesinde… böyle bir ülkede... başka ne var ki…” diye geçiriyorum içimden. Seyyar satıcıların aksine çocukların megafona ihtiyacı yok. Camiden çıkınca bakkala koşuyor bazıları, içi gün ışığı almayan, rafları seyrek, kiler kokan bakkala. Ellerinde aldıklarıyla dışarı çıktıklarında başka bir şeyin heyecanı içindelermiş gibi dönüyorlar eve, belki de “sokağa çıkmak” için. Zaten camiye gittikleri için, kurs, ifa edilmiş bir zaman dilimi olarak kalıyor arkalarında, ailelerini sakinleştiren, memnun eden bir zaman dilimi… Kadınlar pencerelerde, karşılıklı konuşuyorlar. Dinliyorum konuştuklarını, bu keşmekeşe ait konuşmalar değil… tıpkı içinde yaşadıkları mahalleleri gibi, bu şehre ait değil. Kadınlar konuşuyor pencerelerde, bilmek istemediğim, gömdüğüm bir dilde… Sonra gözden kayboluyor insanlar; kadınlar, çocuklar, seyyarlar… yavaş yavaş sessizleşiyor mahalle, içinde bulunduğum ofis gibi, herkes kendine çekiliyor. Pazar günlerinin ikindisi gibi, geride kalan günün esrikliği ve yarının iticiliği çöküyor ağır ağır… çocukluğum geliyor birden aklıma; aklım sıkı sıkı tutunuyor bana, gitmemek için, oraya… yanından geçip umarsızca dönüyorum geri, aklıma, mahalleye, ofise. Yine fan, bu sefer başka, tozlarını uçuruyor, eskinin. Dışarıya bakıyorum, sessiz yine, mahalle kendi kendiyle. Dışarıya bakıyorum, camın ardında bıraktıklarımın pişmanlığıyla…
Pek kıymetli kardeşim Dr. Bento,
YanıtlaSilsizin gibi bir dil üstadını aramızda görmekten şeref duyarız.
İlk yazınızın tüm teorisyen alemine hayırlara vesile olması temennisiyle...
peyami safa'nınkine benzer kısa cümleler, iç konuşmalar...
YanıtlaSilkafka'nınkine benzer can alıcı cümleler arasında toplumsal eleştiriler...
bu kitap bu sene çok satar...:)
pek değerli kardeşlerim. bu dil üstadının özgeçmişini merak etmekteyiz...
YanıtlaSilDr. Bento gibi değerli bir şahsiyetin geçmiş birikimlerini görmemek için sanırım kör olmak gerek.
YanıtlaSil"Etika Metika, Hayat Uzun Patika" şiir aleminde yeni bir nefes gibidir. Hele ki "Rendekârın Sonu"ndaki derin sinematografik anlatıma ulaşmak cesaret ister.