Algı kapısı açık değil. Yüzlerce yılın ağırlığı çökmüş üzerimize. Medeniyetler, kültürler, aile, eğitim ve geriye kalan her şeyin yoksunluğu. Sadece bir kapı açık. Ancak sonrakilerin müjdecisi olabilecek kadar aralık.
Oyun başlar…
Önceleri az kişi vardık. Kurallar sadece olduğu için gıcıklayıcıydı. Esmer tenli ya da sarışın hayaller fark etmezdi. Kaptırılan her an ancak bir yenisiyle doldurulabilirdi. Tek bir kural vardı. O da açık; sınırsız olmak için en karanlık olanı bil…
Sonraları çoğaldık. Öncesinden tek farkı duymadığımız seslerin, başka açık algı kapılarının varlığıydı. İçeri giremedik. Zaten çoğulluğumuz oradan geldi. Cendereye alınmışçasına çıldırmış, en tutkulu tufanların sonraki sessizliği gibi geldi. Daha ilk gördüğümüz eşikten atlayabilecek kadar yaşamamıştık. Anlamsızlık diz boyu olmuştu ki zaten aradığımız anlam kadar bilmediğimiz oluvermiştik. Çocukça ağlamalarımız çabalarımızı ödüllendirmiyordu. Sebepsiz mızıkçılık yapmak belki oynadığımız oyunu boşa çıkarabilirdi.
İnsanlar sözleştikleri kurallar uğruna eyleme geçiyorlardı. Fakat birbirleri üzerinde bıraktıkları tek intiba oyunun kurallarına uymadıklarıydı. Dışarıdan biri, belki galaksinin çok uzağından gelen biri, açtığı algı kapısından içeriye girdiği an elindeki anahtarın tek şifresini belki ‘oyun’ olarak ifade edecekti. Kuralları koyulan bir yaşamda, kuralsızlığın tek anlam olduğu bir oyun.
Üzerinde anlaştığımız, aynı algıların ve onların kapı arkalarındaki dil imgelerinin zarafetten yoksun fakat kibarca aşağılanışı sözde uygarlığımızın zenginliği olmuştu. Çoktuk ve çoğalıyorduk, gittikçe farkında olduğumuz şeyin hiçbir şeyin farkında olmadığımız olduğu karabasan gibi üzerimize çöküyordu. Belli ki rahatsızdık fakat gerçekte kaybedenin olmadığını bilir gibiydik. Tıpkı bir oyun gibi… Son ana kadar dilimizle kurduğumuz medeniyetin sonunu getirecek tek bir kuralın varlığından emin olamıyorduk. Araf imparatorluğu yurttaşı Andenken (anlamı:ozanca/şairce nereden geldiğimizi düşünmek) bunu şöyle açıklıyor: “ Dil, yolların bir labirentidir. Bir taraftan yaklaşır ve yolunu aşağı yukarı bilirsin; aynı yere bir başka taraftan yaklaşır ve artık yolunu takriben bilemezsin.” Ve ardından yurttaş Phronesis’in (anlamı: hakikati açık yaşama becerisi) sesi duyulurdu: “ Labirent… bir uçurumdur.” Kurduğumuz imparatorluk çökecek gibiydi. Üzerimizde hâkimiyet kuran tüm insan yapımı atalet özüne aykırı davranacaktı. Madde hareket sabitini insan ruhunda koruyamazdı. Sabit bir hareket enerjisi ancak sonraki için bir duraklama noktasıydı.
Değiştik ve değişiyoruz. Huizinga’nın dediği gibi: “ Hayat bir oyundur.” Mu? , kuralları belli, eyleyeni açık seçik, kaybedeni gerçekte olmayan. Gerçekle ilişiği ancak ruhlarımızın tahayyüllerinde mümkün bir görünümün sadece olduğu için gerçek olan ama oluşu her türlü fantazmı doğrulayan, gerçekten doğmuş gerçek üstü bir durum. Yoksa söz konusu oyunu çevreleyen tamamıyla gerçek bir oyun mu içinde bulunduğumuz? Evrende süper novaların, sahneledikleri ışık oyunundan daha fazlasını ifade ettiğini bildiğimiz kendiliğinden oluş ve yok oluş mu?
Şimdilik soruları bir yana bırakır ve başa dönersek. Algı kapılarımızın kapalı olduğu bu durumda, dilimizle kurduğumuz, algılarımızla can verdiğimiz, hem oyun hem de gerçek olan, dolayısıyla oyun olan, kurallarıyla var olan fakat bu kuralların olma vahametinden dolayı kuralsızlığı isyan belleyen, kategori dışı Araf imparatorluğumuz nasıl bir oyun oynar bize? ‘ Aisthesia’, güzelliğin ülkesi, oyunlar ülkesi, Araf imparatorluğunun başkentinden olup bitenler buna cevap teşkil eder…
Kaldırımlar
Kaldırımlar her zaman çıkılacak bir yer, gidilecek bir yoldur ve yine her zaman duraksayan sakinleri vardır.
Aisthesia’da kaldırımlar boştur. Araf İmparatorluğu’nun en güzide oyun bahçesi, kaldırımlarını da diğer imparatorluklardan farklı olarak gerçek dışı yaratmıştır. Mühendisleri ve işçileri zamanın birinden kalmış, meçhul çocuk kahramanlarıdır. Hem çıkılacak bir yer hem de gidilecek bir yol yoktur. Duraksayan sakinlerse ancak bahçenin sonsuz alanlarında sonlu oyunlar için duraksarlar. Sıra beklerler ve bilindik tek gerçekleri kuralların olduğudur.
Kaldırım ütopyasının bittiği yer imparatorluğun bittiği yerdir. İmparatorluğun son kapısı işte orasıdır. Oradan bilinmedik, sanrılı diğer ülkelere geçilir. Kapıda ise kocaman yaldızlı yıldızlarla iki kelime yazar; “Algı Kapısı”…
Bir rivayete göre Prometheus Araf İmparatorluğu’nun bir yurttaşıdır. Burada yaşamıştır. Ateşi tanrılardan çalıp Araf’a getirmiştir. Gerçekle oyunun yer kaplamadığı evrene ve onun başkenti Aisthesia’ya. Şimdilerdeyse ateş harlı yanar, ne sönecek ne de alevlenecek sabrı vardır. Tıpkı imparatorluğun her yerinde olduğu gibi kuralları değiştirir durur. Ve burada herkes kendi aklının hesaplarıyla oyuna dahildir. Oyun Aisthesia’dır.
Mutlak Nesne
Bugün Prometheus’un ateşi sönmeye yüz tutmuştu. Başkentin ortasında imparatorluğun, diğer sarmal ve katmanlı evrenin en yüksek dağında oryantal ritimleri çağrıştırıyordu. İmparatorlukta, denizin en derin yerinde, dünyanın en yüksek dağında, ışık girmez kör karanlık mağarada varlığını hissettiren ‘mutlak nesne’ ise araftan gerçeğin zincirlendiği dünyaya doğru tek bağdı ve ateşle nesnenin oyunu başka hiçbir oyunun kurallarına dahil olamazdı. Tarihte dayanılmazlık ve esaretin müthiş uyumu ancak bu şekilde yaşandı.
Başkentin en eskilerinden, Araf’ın en eski yurttaşlarından, yanılgı ve hakikatin babası Alethia ‘ateş’ ile ‘mutlak nesne’nin oyunundan bahsederken hep şöyle başlardı:
-- Oyun, hoşa gitmeyen bir şeyi yapmaktan hiçbir kayıp ya da zahmet olmaksızın kaçınabileceğin halde yine de devam edip onu yapmandır…
Her seferinde, burada sözünü bitirir, buğulu gözlerle ‘ateş’e bakar ve sonra ‘mutlak nesne’ye dönerek:
-- Tıpkı karşımızda, içimizde, çevremizde duran yalın yaşamın tek kuralsızlığı sevgi gibi.
derdi. Ardından çekirgelerin tınmaz sefahati gibi yerinde debelenerek ve son nefesini tüketerek konuşmaya devam ederdi:
--Zamanın dilimlere bölünmediği, tarihin geçmiş zaman çöplüğüne dönüşmediği dönemlerde Prometheus ‘mutlak nesnenin’ kör mağarasını aydınlatan ‘ateş’i, sırf nesnenin insanoğlunun acılarını oldurduğu için ve görünmez kılınırsa acıların da sona ereceğini bildiği için çaldı. ‘Mutlak nesne’ hiç bu kadar görünmez ve karanlık olmamıştı. Prometheus ‘ateş’i imparatorluğumuzun en yüksek yerine koyduğundan beri artık evren ‘mutlak nesne’nin dünyasına ve ‘ateş’in araf imparatorluğuna bölündü…
Tam burada, gizemli ve karanlık bakışlarının altında sinsi gülümsemesini gizleyerek bağırdı:
--Ne de olsa oyun iki kişiliktir. Oyun…( biraz bekledikten sonra) ikilidir!!
Aletheia’yı dinleyenler birden irkilirdi tıpkı sürekli tekrarlanan ve her seferinde yabancı gözükenler gibi, oyunlar gibi. Hemen ardından uzağı görebilenin tanrıçası Theoria kalkar ve gayet rahat ve alımlı tavırlarıyla konuşmaya başlardı:
--Yanılgının ve hakikatin babası Aletheia, senin nazik beynin yüreğinden daha az iş yapıyor, birbirine oyun olmuş gergin yaşam tellerin artık eskisi gibi titremiyor herhalde. Baksanıza yurttaşlar, bu yaşlı adamda Aisthesia’nın ateşinde yanabilecek saflık var mı? Bense ne kadar saf bir ütopyayım.
Derdi. Alımlı ve alaycı tavırlarını çoğaltarak gözlerini yaşlı Aletheia’ya diker ve meydan okurdu:
-- Kuralları sen koy. Yanılgı ve hakikatin oyunu ne kadar uzaktan görünene dayanabilecek. Oyunumuz ne kadar çelişkilerine dayanabilecek, benim tutarlı, tertemiz ütopyalarım senin dengesizliğini bir çırpıda nasıl kör edecek gör!
Derdi. Neşeli bir kahkaha atarak:
--Sen de bilirsin, yurttaşlarımız acı çekmek yerine, cehaleti getirecek, yanılgı ve hakikati hapsedecek söylencelere inanmayı severler…
Tıpkı düellonun da sonu tek taraflı kazanca giden hayat rekabetine dair bir simülasyon, bir tür oyun olduğu gibi. Yanılgı-hakikat ve teori de diyaloglarında bu oyunu oynarlardı.
Çığlık
Ve Aisthesia’da son perde kapandı. Dikkat edilirse kaldırımlar, imparatorluğun ‘Algı Kapısı’na giden yoldur ama üzerinde yürünemeyen. Oyun ülkesinin ateşi, mutlak nesnenin yakıcılığına dayandıkça insan ırkının her bireyinden kopan çığlık, Theoria’nın kahkahalarından farksızdır.
Araf İmparatorluğu onulmaz bir oyundur. Ve birey aynı zamanda araf yurttaşıdır da. Arada gidip gelinen yürünemez kaldırımlar vardır ve algı kapılarından her yeni geçiş yeni bir oyundur.
Şeytan meleğe sorar:
-- Peki neyim var benim allahaşkına?
Melek bilindik bir rahatlık ve gülümsemeyle cevap verir:
-- Mantıksal bir yanılgıdan müzdaripsin.
Önceleri az kişi vardık. Kurallar sadece olduğu için gıcıklayıcıydı. Esmer tenli ya da sarışın hayaller fark etmezdi. Kaptırılan her an ancak bir yenisiyle doldurulabilirdi. Tek bir kural vardı. O da açık; sınırsız olmak için en karanlık olanı bil…
Sonraları çoğaldık. Öncesinden tek farkı duymadığımız seslerin, başka açık algı kapılarının varlığıydı. İçeri giremedik. Zaten çoğulluğumuz oradan geldi. Cendereye alınmışçasına çıldırmış, en tutkulu tufanların sonraki sessizliği gibi geldi. Daha ilk gördüğümüz eşikten atlayabilecek kadar yaşamamıştık. Anlamsızlık diz boyu olmuştu ki zaten aradığımız anlam kadar bilmediğimiz oluvermiştik. Çocukça ağlamalarımız çabalarımızı ödüllendirmiyordu. Sebepsiz mızıkçılık yapmak belki oynadığımız oyunu boşa çıkarabilirdi.
İnsanlar sözleştikleri kurallar uğruna eyleme geçiyorlardı. Fakat birbirleri üzerinde bıraktıkları tek intiba oyunun kurallarına uymadıklarıydı. Dışarıdan biri, belki galaksinin çok uzağından gelen biri, açtığı algı kapısından içeriye girdiği an elindeki anahtarın tek şifresini belki ‘oyun’ olarak ifade edecekti. Kuralları koyulan bir yaşamda, kuralsızlığın tek anlam olduğu bir oyun.
Üzerinde anlaştığımız, aynı algıların ve onların kapı arkalarındaki dil imgelerinin zarafetten yoksun fakat kibarca aşağılanışı sözde uygarlığımızın zenginliği olmuştu. Çoktuk ve çoğalıyorduk, gittikçe farkında olduğumuz şeyin hiçbir şeyin farkında olmadığımız olduğu karabasan gibi üzerimize çöküyordu. Belli ki rahatsızdık fakat gerçekte kaybedenin olmadığını bilir gibiydik. Tıpkı bir oyun gibi… Son ana kadar dilimizle kurduğumuz medeniyetin sonunu getirecek tek bir kuralın varlığından emin olamıyorduk. Araf imparatorluğu yurttaşı Andenken (anlamı:ozanca/şairce nereden geldiğimizi düşünmek) bunu şöyle açıklıyor: “ Dil, yolların bir labirentidir. Bir taraftan yaklaşır ve yolunu aşağı yukarı bilirsin; aynı yere bir başka taraftan yaklaşır ve artık yolunu takriben bilemezsin.” Ve ardından yurttaş Phronesis’in (anlamı: hakikati açık yaşama becerisi) sesi duyulurdu: “ Labirent… bir uçurumdur.” Kurduğumuz imparatorluk çökecek gibiydi. Üzerimizde hâkimiyet kuran tüm insan yapımı atalet özüne aykırı davranacaktı. Madde hareket sabitini insan ruhunda koruyamazdı. Sabit bir hareket enerjisi ancak sonraki için bir duraklama noktasıydı.
Değiştik ve değişiyoruz. Huizinga’nın dediği gibi: “ Hayat bir oyundur.” Mu? , kuralları belli, eyleyeni açık seçik, kaybedeni gerçekte olmayan. Gerçekle ilişiği ancak ruhlarımızın tahayyüllerinde mümkün bir görünümün sadece olduğu için gerçek olan ama oluşu her türlü fantazmı doğrulayan, gerçekten doğmuş gerçek üstü bir durum. Yoksa söz konusu oyunu çevreleyen tamamıyla gerçek bir oyun mu içinde bulunduğumuz? Evrende süper novaların, sahneledikleri ışık oyunundan daha fazlasını ifade ettiğini bildiğimiz kendiliğinden oluş ve yok oluş mu?
Şimdilik soruları bir yana bırakır ve başa dönersek. Algı kapılarımızın kapalı olduğu bu durumda, dilimizle kurduğumuz, algılarımızla can verdiğimiz, hem oyun hem de gerçek olan, dolayısıyla oyun olan, kurallarıyla var olan fakat bu kuralların olma vahametinden dolayı kuralsızlığı isyan belleyen, kategori dışı Araf imparatorluğumuz nasıl bir oyun oynar bize? ‘ Aisthesia’, güzelliğin ülkesi, oyunlar ülkesi, Araf imparatorluğunun başkentinden olup bitenler buna cevap teşkil eder…
Kaldırımlar
Kaldırımlar her zaman çıkılacak bir yer, gidilecek bir yoldur ve yine her zaman duraksayan sakinleri vardır.
Aisthesia’da kaldırımlar boştur. Araf İmparatorluğu’nun en güzide oyun bahçesi, kaldırımlarını da diğer imparatorluklardan farklı olarak gerçek dışı yaratmıştır. Mühendisleri ve işçileri zamanın birinden kalmış, meçhul çocuk kahramanlarıdır. Hem çıkılacak bir yer hem de gidilecek bir yol yoktur. Duraksayan sakinlerse ancak bahçenin sonsuz alanlarında sonlu oyunlar için duraksarlar. Sıra beklerler ve bilindik tek gerçekleri kuralların olduğudur.
Kaldırım ütopyasının bittiği yer imparatorluğun bittiği yerdir. İmparatorluğun son kapısı işte orasıdır. Oradan bilinmedik, sanrılı diğer ülkelere geçilir. Kapıda ise kocaman yaldızlı yıldızlarla iki kelime yazar; “Algı Kapısı”…
Bir rivayete göre Prometheus Araf İmparatorluğu’nun bir yurttaşıdır. Burada yaşamıştır. Ateşi tanrılardan çalıp Araf’a getirmiştir. Gerçekle oyunun yer kaplamadığı evrene ve onun başkenti Aisthesia’ya. Şimdilerdeyse ateş harlı yanar, ne sönecek ne de alevlenecek sabrı vardır. Tıpkı imparatorluğun her yerinde olduğu gibi kuralları değiştirir durur. Ve burada herkes kendi aklının hesaplarıyla oyuna dahildir. Oyun Aisthesia’dır.
Mutlak Nesne
Bugün Prometheus’un ateşi sönmeye yüz tutmuştu. Başkentin ortasında imparatorluğun, diğer sarmal ve katmanlı evrenin en yüksek dağında oryantal ritimleri çağrıştırıyordu. İmparatorlukta, denizin en derin yerinde, dünyanın en yüksek dağında, ışık girmez kör karanlık mağarada varlığını hissettiren ‘mutlak nesne’ ise araftan gerçeğin zincirlendiği dünyaya doğru tek bağdı ve ateşle nesnenin oyunu başka hiçbir oyunun kurallarına dahil olamazdı. Tarihte dayanılmazlık ve esaretin müthiş uyumu ancak bu şekilde yaşandı.
Başkentin en eskilerinden, Araf’ın en eski yurttaşlarından, yanılgı ve hakikatin babası Alethia ‘ateş’ ile ‘mutlak nesne’nin oyunundan bahsederken hep şöyle başlardı:
-- Oyun, hoşa gitmeyen bir şeyi yapmaktan hiçbir kayıp ya da zahmet olmaksızın kaçınabileceğin halde yine de devam edip onu yapmandır…
Her seferinde, burada sözünü bitirir, buğulu gözlerle ‘ateş’e bakar ve sonra ‘mutlak nesne’ye dönerek:
-- Tıpkı karşımızda, içimizde, çevremizde duran yalın yaşamın tek kuralsızlığı sevgi gibi.
derdi. Ardından çekirgelerin tınmaz sefahati gibi yerinde debelenerek ve son nefesini tüketerek konuşmaya devam ederdi:
--Zamanın dilimlere bölünmediği, tarihin geçmiş zaman çöplüğüne dönüşmediği dönemlerde Prometheus ‘mutlak nesnenin’ kör mağarasını aydınlatan ‘ateş’i, sırf nesnenin insanoğlunun acılarını oldurduğu için ve görünmez kılınırsa acıların da sona ereceğini bildiği için çaldı. ‘Mutlak nesne’ hiç bu kadar görünmez ve karanlık olmamıştı. Prometheus ‘ateş’i imparatorluğumuzun en yüksek yerine koyduğundan beri artık evren ‘mutlak nesne’nin dünyasına ve ‘ateş’in araf imparatorluğuna bölündü…
Tam burada, gizemli ve karanlık bakışlarının altında sinsi gülümsemesini gizleyerek bağırdı:
--Ne de olsa oyun iki kişiliktir. Oyun…( biraz bekledikten sonra) ikilidir!!
Aletheia’yı dinleyenler birden irkilirdi tıpkı sürekli tekrarlanan ve her seferinde yabancı gözükenler gibi, oyunlar gibi. Hemen ardından uzağı görebilenin tanrıçası Theoria kalkar ve gayet rahat ve alımlı tavırlarıyla konuşmaya başlardı:
--Yanılgının ve hakikatin babası Aletheia, senin nazik beynin yüreğinden daha az iş yapıyor, birbirine oyun olmuş gergin yaşam tellerin artık eskisi gibi titremiyor herhalde. Baksanıza yurttaşlar, bu yaşlı adamda Aisthesia’nın ateşinde yanabilecek saflık var mı? Bense ne kadar saf bir ütopyayım.
Derdi. Alımlı ve alaycı tavırlarını çoğaltarak gözlerini yaşlı Aletheia’ya diker ve meydan okurdu:
-- Kuralları sen koy. Yanılgı ve hakikatin oyunu ne kadar uzaktan görünene dayanabilecek. Oyunumuz ne kadar çelişkilerine dayanabilecek, benim tutarlı, tertemiz ütopyalarım senin dengesizliğini bir çırpıda nasıl kör edecek gör!
Derdi. Neşeli bir kahkaha atarak:
--Sen de bilirsin, yurttaşlarımız acı çekmek yerine, cehaleti getirecek, yanılgı ve hakikati hapsedecek söylencelere inanmayı severler…
Tıpkı düellonun da sonu tek taraflı kazanca giden hayat rekabetine dair bir simülasyon, bir tür oyun olduğu gibi. Yanılgı-hakikat ve teori de diyaloglarında bu oyunu oynarlardı.
Çığlık
Ve Aisthesia’da son perde kapandı. Dikkat edilirse kaldırımlar, imparatorluğun ‘Algı Kapısı’na giden yoldur ama üzerinde yürünemeyen. Oyun ülkesinin ateşi, mutlak nesnenin yakıcılığına dayandıkça insan ırkının her bireyinden kopan çığlık, Theoria’nın kahkahalarından farksızdır.
Araf İmparatorluğu onulmaz bir oyundur. Ve birey aynı zamanda araf yurttaşıdır da. Arada gidip gelinen yürünemez kaldırımlar vardır ve algı kapılarından her yeni geçiş yeni bir oyundur.
Şeytan meleğe sorar:
-- Peki neyim var benim allahaşkına?
Melek bilindik bir rahatlık ve gülümsemeyle cevap verir:
-- Mantıksal bir yanılgıdan müzdaripsin.
itiraf etmeliyim ki oldukça zorlandım hikayeyi takip etmekte.. keyifli bir mitolojik dünyanın zor kelimelerini algılamakta zorlandım belki de kaldırımlarda yürüyemediğim içindir.. Ama yine de Algı Kapısından geçmek için okumaya devam edeceğim..
YanıtlaSilCehaletimi bağışlarsanız seçtiğiniz isimlerle mi anlamlandırayım öyküyü, yoksa akışında mı kaybolayim tam kestiremedim..
sevgiler
fasulye
gerektiği kadar anlamışsınız teşekkürler
YanıtlaSil