Lord Byron
2010 Güney Afrika Dünya Kupası hiç kuşku yok ki birçok yönüyle, iyi ya da kötü, hatırlanmaya değer bir organizasyon olarak hafızalarımızdaki yerini aldı. Futbolun kendisinden çok başka sembollerle de anılacak bir kupa olduğu herkesçe aşikâr. Değerli kalem Felix Sarotti ve Dawnspiper’ın yeterince üzerinde durduğu ve pek keyifle okuduğumuz konulara fazla girmeden, Ahtapot Paul ve inanılmaz kehanetlerine değinmek istiyorum.
Sosyoloji ilmi ile ilk tanıştığımız sıralarda bu ilmin moderniteye içkin olduğu tartışmalarına paralel olarak modern toplum ve temeli sayılan Aydınlanma düşüncesine dair öğrendiğimiz ve sosyolojinin amentülerinden sayılan eleştiri, bu toplum biçiminin öngörüler üzerine temellendiğiydi. Rasyonel akıl temelinde kurulması icap eden, ilerlemeci ve yasalı olan bir toplum tahayyülünde öngörünün varlığından bahsetmemek ahmaklık olur. Keza sosyoloji ilmini okurken, modern toplumu, onu eleştirerek anlamaya çalıştığımız süreçte Max Horkheimer’ın, doğanın denetim altına alındığı bir dünyada, insanın da denetim altına alınmasının kaçınılmaz olacağına ilişkin önermelerini yalayıp yutmuştuk. Bu bağlamda denetimin gereklerinden biri de su götürmez biçimde “öngörü” (prediction) idi. Sonra sonra, moderniteyi tam anladığımızı sandığımız dönemin akabinde sosyal bilimlerin kavram üretme kabızlığından ya da bilimsel üşengeçlikten olsa gerek postmodernizm diye ne olduğu belirsiz, köşesiz, herkesin hakkında konuştuğu bir kavram peydahlandı. Sosyal bilimlerde modernite eleştirisinin tavan yapması ve onun eleştirileceği bir cepheye, bir “mecraya” duyulan ihtiyaçtan da türemiş olabilir bu postmodernite kavramı. Neyse, konuyu bulandırmayalım.

Velâkin o çok eleştirilen Aydınlanma düşüncesi bile (iktidar amacıyla da olsa) öngörünün öncülü olarak “bilgi”yi kavramsallaştırmaktaydı. Bilgi olmadan öngörünün imkânsızlığından bahsediyordu modern toplum kuramcıları. Gel gelelim kendileri de çuvallamış olacak ki, vardığımız noktada omurgasız bir canlıdan maç sonucu bekleyecek kadar tuhaf bir kafayı yaşıyoruz. İlerlemeci bir mantıkla bakıldığında (ben bakmıyorum, bakıldığında diyorum) ise durum daha da vahim. Aklın egemen olduğu “öngörülen” bir toplumsal tahayyülden, ahtapotların kâhinlik yaptığı bir realiteye amansız yolculuklar. Yazımıza burada son verirken, bu yazıyı okuyan herkese gelsin: Queen söylüyor; “Show must go on!”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Anonim kullanıcı olarak göndereceğiniz yorumlarda mail ya da blog adresi gibi iletişim adreslerinizi belirtmeniz önemle rica olunur.