Çok sevgili dostumuz Dr. Heimat Lose’un Georg’u anlattığı bu hikâye şüphesiz çok önemlidir. Fakat Georg’la yaşadığımız şu küçük ama anlamlı olay dikkate alınmadıkça eksik kalacak, dolayısıyla Para Felsefesi’ne giden yol tam anlamıyla aydınlanmayacaktır.
1906’nın ilk aylarıydı. Sisli bir Berlin sabahına uyanmıştım. Havada her zamanki gibi çiğ ve is kokusu vardı. Saate baktım, 12 civarıydı. Hemen kalktım, üzerime Dr. Heimat Lose’dan hacıladığım, buralarda türkbezi denilen, ama esası shilebezy olan Simmel yaka gömleği giyip, altıma da bir kot çekip, kendimi dışarı attım. Yolda taze käse brötchenlarıyla ünlü pastaneden iki käse brötchen kapıp, Georg’la buluşma mekânımıza vardım. Geldiğimde Georg çoktan gelmiş, Daily Berlin News’ini okumaktaydı.
“Hacı naber?” diye olaya girdim. Georg “ne olsun hocam” diye karşılık verdi, ama ben bir şeylerin ters gittiğini o an sezmiştim. Hayrola dememe kalmadan Daily Berlin News’den bir fotoğrafı işaret etti. Fotoğrafta, üzerinde “Berlin Berlinlilerindir” yazan bir sinagog duvarı vardı. Bu yazıyı yazan kişiler, tam olarak okunmuyordu ama sanırım imza niyetine DTO veya DBO gibi bir şey de eklemişlerdi duvara. Fotoğraftan başımı kaldırdığımda Georg’un gözünden bir yaş döküldüğünü fark ettim. Orada uyandım duruma: Ayrımcılık, teorik bir bağlamda ve epistemik cemaatlerde popüler bir konu değildi belki, ama Dr. Heimat Lose’un iddiasının aksine pratik etki ve sonuçları bakımından her daim mevcuttu. Georg dışarıya çaktırmasa da, maruz kaldığı ayrımcılığı bugüne kadar hep içine atmıştı. Sonunda “ne bu abi, 20. yüzyıla geldik, adamlar bi kaç seneye teleport aletini bulacaklar, bizimkiler hala sen yahudisin, sen romansın şöyle böyle diyor” diye patladı. Ben de “abi haklısın tabii sınıf mücadelesi falan filan derken bunları hep atlıyoruz” dedim. Georg büyük ihtimal bu sözleri samimiyetle söyleyip söylemediğimden emin olamadı. Hemen konuyu değiştirdi.
Ardından bildiğiniz gibi Georg’un başına bir kapkaç olayı geldi. Bu olayla birlikte para üzerine düşünmeye başlayan Georg, parayı yalnızca insanların yabancılaşmasına neden olan soğuk ve ruhsuz bir fenomen olarak değil, aynı zamanda bir imkân olarak gördü. Çünkü para karşısında öznel ve nitel aidiyetlerin bir anlamı kalmıyordu. Para bir bakıma katolikle yahudiyi eşitliyor ve bu türden bir ayrımcılığa müsaade etmiyordu.
Görüldüğü üzere, Georg’a bu büyük eseri yazdıran yalnızca bir kapkaç olayı değildi. Georg’un ayrımcılıktan çektiklerine karşılık, kapkaç travmasıyla kendini görünür kılan para idesi, çektiklerinin nedenleri, sonuçları ve bunları aşma imkânını bulmasını sağlayacak bir anahtara dönüştü. Böylece Simmel’in kendine özgü diyalektiği, Para Felsefesi eserini meydana getiren saiklerde, kendini bir kez daha göstermiş oldu.
1906’nın ilk aylarıydı. Sisli bir Berlin sabahına uyanmıştım. Havada her zamanki gibi çiğ ve is kokusu vardı. Saate baktım, 12 civarıydı. Hemen kalktım, üzerime Dr. Heimat Lose’dan hacıladığım, buralarda türkbezi denilen, ama esası shilebezy olan Simmel yaka gömleği giyip, altıma da bir kot çekip, kendimi dışarı attım. Yolda taze käse brötchenlarıyla ünlü pastaneden iki käse brötchen kapıp, Georg’la buluşma mekânımıza vardım. Geldiğimde Georg çoktan gelmiş, Daily Berlin News’ini okumaktaydı.
“Hacı naber?” diye olaya girdim. Georg “ne olsun hocam” diye karşılık verdi, ama ben bir şeylerin ters gittiğini o an sezmiştim. Hayrola dememe kalmadan Daily Berlin News’den bir fotoğrafı işaret etti. Fotoğrafta, üzerinde “Berlin Berlinlilerindir” yazan bir sinagog duvarı vardı. Bu yazıyı yazan kişiler, tam olarak okunmuyordu ama sanırım imza niyetine DTO veya DBO gibi bir şey de eklemişlerdi duvara. Fotoğraftan başımı kaldırdığımda Georg’un gözünden bir yaş döküldüğünü fark ettim. Orada uyandım duruma: Ayrımcılık, teorik bir bağlamda ve epistemik cemaatlerde popüler bir konu değildi belki, ama Dr. Heimat Lose’un iddiasının aksine pratik etki ve sonuçları bakımından her daim mevcuttu. Georg dışarıya çaktırmasa da, maruz kaldığı ayrımcılığı bugüne kadar hep içine atmıştı. Sonunda “ne bu abi, 20. yüzyıla geldik, adamlar bi kaç seneye teleport aletini bulacaklar, bizimkiler hala sen yahudisin, sen romansın şöyle böyle diyor” diye patladı. Ben de “abi haklısın tabii sınıf mücadelesi falan filan derken bunları hep atlıyoruz” dedim. Georg büyük ihtimal bu sözleri samimiyetle söyleyip söylemediğimden emin olamadı. Hemen konuyu değiştirdi.
Ardından bildiğiniz gibi Georg’un başına bir kapkaç olayı geldi. Bu olayla birlikte para üzerine düşünmeye başlayan Georg, parayı yalnızca insanların yabancılaşmasına neden olan soğuk ve ruhsuz bir fenomen olarak değil, aynı zamanda bir imkân olarak gördü. Çünkü para karşısında öznel ve nitel aidiyetlerin bir anlamı kalmıyordu. Para bir bakıma katolikle yahudiyi eşitliyor ve bu türden bir ayrımcılığa müsaade etmiyordu.
Görüldüğü üzere, Georg’a bu büyük eseri yazdıran yalnızca bir kapkaç olayı değildi. Georg’un ayrımcılıktan çektiklerine karşılık, kapkaç travmasıyla kendini görünür kılan para idesi, çektiklerinin nedenleri, sonuçları ve bunları aşma imkânını bulmasını sağlayacak bir anahtara dönüştü. Böylece Simmel’in kendine özgü diyalektiği, Para Felsefesi eserini meydana getiren saiklerde, kendini bir kez daha göstermiş oldu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Anonim kullanıcı olarak göndereceğiniz yorumlarda mail ya da blog adresi gibi iletişim adreslerinizi belirtmeniz önemle rica olunur.