“Yeni aldığı parfüm bok gibi kokuyordu” diyordu iş yerindeki müdiresini çekiştirirken, bok nasıl kokardı ki, yenilene göre değişmez miydi bokun kokusu ve ayrıca fizyolojiye göre. O an onun bok gibi kokuyordu cümlesiyle neyi anlatmak istediğini ölesiye merak ettim. Mide ve bağırsak arasındaki oyunun eseri miydi bok yoksa ona daha kutsal bir yer mi ithaf ederdik.
“Bok” dedim düşüncelerin arasında dolaşırken “nasıl kokar ki”, “tuvalete git öğrenirsin” esprisini anlamaya çalışırken “ne gereği var ki” diyebildim, “sen de kokuyorsun” “ne yani ben bok gibi mi kokuyorum” diye hiddetlenmişti, yüzü kızarmıştı. “Bok gibi derken?” sorusunun yanıtını beklerken hışımla çantasını alırken masadan “sen benim bokumu ye” demişti. Bilmem belki de haklıydı bokunu yiyordum o an ama yok yok bir sorun vardı “bok” olan bendim. Tüketilen bir beden, tüketilen bir an, dönüp geçmişe baktığında amma da hıyardı denilecek olan zat. O halde boku yiyen oydu kendi ürettiği boku senelerce zihninde taşıyacak ve ne zaman ihtiyacı varsa o zaman yiyecek. O bokun içinde ben olacak mıydım evet hayal olarak silinmiş. Eskilerin hepsi şerefsizdi dediği anda o şerefsizlerin içine hapsolacaktı hayalim, ismim sıfatın içinde ezilecekti ismim kaybolacaktı. Bu sıfatların içinde kaybolma süreciydi bağırsağın yaptığı ve tam o dışarı atılma anında devreye giren göt deliği kaslarının yerini ise ağız alacaktı, ses telleri ve beyin mideydi sanırım.
Hafiften yavşak bir sırıtışla yaklaşan garson başka bir arzunuz var mıydı diye sordu. “Arzu” derken “başka” derken, gelecekte bok olacak bir şeyler getirmelerini istemem mi gerekiyordu önüme, yüzündeki yavşak sırıtış rahatsız etmişti, az önceki diyaloğa kulak misafiri olmuşsa -ki olunmayacak gibi değildi- yavşak sırıtışın nedeni belliydi. Anlamıyor muydu ya da fark etmiyor muydu bilmiyorum ama o an o sorusuyla kendinin bok olduğunu itiraf ediyordu, bok olduğu için gülümsüyordu, tüketilen sadece kafede satılanlar değildi çünkü bu mekanın ruhuna aykırıydı. Masaların düzeni, alttan gelen hafif caz tınıları ve garsonların hizmetleri tüketiliyordu. Az sonra adım adım ilerlerken kaldırımlarda arkama dönüp baktığımda boka dönüşecekti hepsi. Garsonun suratını hayal ettim nasıl bok olurdu, aşağı doğru düşmekte zorlanan mı yoksa cıvık cıvık hazmedilememiş bok mu? Hazmedilemeyenler dışarı olduğu gibi atılan ve yemek parçaları bırakanlar, bu yavşak gülümsemesi ve ikiyüzlü nezaketiyle hazmedilemeyen bok olamazdı, tam aksine iliklerine kadar kullanılmış, sömürülmüş hatta vücut susuz kaldığı için suyu bile alınmış taş gibi bir bok. O halde ben nasıl olabilirdim ki hazmedilmiş ya da hazmedilemeyen, o ana kadar nasıl bir bok olduğumu bilmiyordum, nasıl fırlatırdım dışarıya ama o an karar vermiştim artık insanların yaşamında hazmedilmeyen bok olacaktım ve bağıracaktım tüm gücümle hazmedilmeyen boklar olalım diye.
mis gibi koktu
YanıtlaSilbokun iyi taraflarını hep örtpas etmişsin...
bence bok aynı zamanda komik bir şey... o kadar şekilciliğimizin yanında şekilsiz, derme çatma(tamam bezen çıkarılandan gurur duyulabiliyor), bozunmuş bir şeyin somut olarak ortaya konması bütün gerçekliği komiklik derecesinde göz önüne getiriyor...
şu anda yazdığıma baktığımda sanırım senin yazına destek vermişim... pek birşey anladım...