14 Ağustos 2012

3 Adsal Katmaç

Memleket sathında sosyoloji tarihinin en karanlıkta kalmış, en müphem kavramlarından biri “adsal katmaç” olsa gerek. Sosyal Teorisyenler cemaatini uzun süredir neyi ifade etmeye çalıştığı konusunda meşgul eden bu kavrama dair esrar perdesini aralamak isteğiyle iz sürmeye başladım. Kavramın ortaya çıkışı hakkındaki arayışım sosyolojik tedrisatın bol virajlı yollarında dehşetengiz rivayetlerle karşılaşmama sebebiyet verdi. 

Peki, hikaye nerede başlamış? 

Taşradan çıkıp devlet bursuyla Avrupa’da sosyoloji eğitimi almaya giden özellikle bir dönemin kuşağı, batının ilmini alma konusunda oldukça seçici davranıp ne kadar muhafazakar düşünce varsa bulmuş getirmişler. Hele hele o döneme sirayet eden aman “sınıf” demeyelim korkusuyla da birleşince bu zihni temeller ortaya abuk sabuk bir kavramsallaştırma çıkar. Önce buna tabakalaşma denir ve bir süre idare ederler. Ancak Sorbonne’un debdebeli dönemine yetişen sosyoloji profesörü gidişatın farkındadır. “Hanım koş deşifre olduk” edasıyla fakülte koridorlarında dolaşarak kurulu toplar. Hiyerarşi, statü, farklılaşma, katmanlaşma falan filan derken, nihayetinde nasıl bu meseleyi iyice düğüm haline getiririz, bulamaç yaparız gayretiyle oturgaçlı götürgeç, bademli sütlaç kıvamında adsal katmaç tanımı yapılır. O günden sonra da konu “sınıf” meselesine gelince adsal katmaç denilerek örtbas edilir. 

Peki, aslında neyi ifade eder adsal katmaç? Nominal Classification’dır özütü. Kavram, Polinezya ya da Maori yerlilerinin dili hakkında yapılan araştırmalarda olduğu gibi linguistik ve antropolojik çalışmalarda kullanılan bir metodolojiyle ilgilidir. Şu haliyle sosyolojik teoriyi doğrudan kesmeyen, kullanageldiğimiz sınıf kavramıyla alakası olmayan bir şeyden bahsediyoruz. Ancak bilhassa Fransa’da dönemin antropolojik çalışmalarının popülerliği sosyolojiyi de etkilemiştir. Biraz daha açalım konuyu. Kavrama nüfuz eden okumalarda özellikle iki isim karşımıza çıkar: Philippe Beneton ve Raymond Aron

Philippe Beneton, linguistik ve antropolojik çalışmalardan aldığı bu kavramı sınıfsal farklılaşma meselesine uyarlar. Ama nominal kavramını başka bir bağlama çeker. Nominal’i reel olmayan, sözde anlamıyla kullanır. Sosyal hayata ilişkin tanımlamalarda iki yol olduğunu söyler. Biri, sözcüğün içeriğini belirtmekle yetinen “adsal tanım”, diğeri gerçekte olup biteni tanımlayan, reeli yorumlayan “reel tanım”. Sosyolojide sınıf’ı ele alırken çoğunlukla adsal tanımdan gidilir, oysa gerçekte işler başka şekilde işliyor olabilir der. Bu noktada Raymond Aron devreye girer ve epistemolojik boşluğu doldurur. “Şayet Marksizm olmasaydı, sınıf kavramı siyasi bir sahada kullanılmasaydı ve Marksist olmayanlar üzerinde devamlı tesir yaratmasaydı bu kavram hiçbir zaman nazari ve empirik sosyolojide oynadığı rolü oynayamazdı. Hatta sosyal sınıflardan hiç bahsedilmezdi bile” der. Erol Güngör de, Ötüken Neşriyattan çıkan çevirinin önsözünde Marksist doktrinin propaganda gücü sayesinde sınıf diye bir kanaatin yaygınlaştığını söyleyerek Aron’a vurgu yapar. Raymond Aron, Marx’ın kötü bir sosyolog, iyi bir peygamber olduğunu belirtip, sınıf kavramının “uydurukluğu” konusunu açımlamaya devam eder. Beneton’da “yaa tamam kötü bir kahin olabilir ama bu onu kötü bir tarihçi yapar mı, hakkını da teslim etmek lazım” diyerek işi iyice kahve muhabbetine vururlar. “Tamam, tarihte sınıfsal farklılıklar olmuştur ama modern toplum Hindistan’daki kast sistemi gibi değil ki. (Toplumsal tabakalaşma derslerinde açık öğretim kafasında ikide bir kast sisteminin anlatılması da sanırım buralardan gelen antropolojik bir ilginin sonucu.) Biz modern toplumda farklı meslek ve statülerin olmasını da gözeterek buna adsal tanım diyelim, ama gerçeği farklı yorumlayabiliriz” diyerek işin içinden çıkarlar. 

Bu tartışmaları yerinde zikreden profesörümüz yurda döndüğünde böylelikle sosyoloji tedrisatına “adsal katmaç” ile katkı sunmuş olur. Üstüne piramitler, x-y eksenleri çizerek, açık-kapalı, yatay-dikey hareketlilik diyerek iş iyice yol problemine döndürülmüş olup, sanki toplumsal sınıflar değil de polinom sorusunun çözümü anlatılıyormuş havası da yaratılmış olur. Hatta ders esnasında tüm bunları bir de devamlı havaya bakıp –öğrencilerin de ilgisini sürekli oraya çekerek- sanki kutsal bir ışık hüzmesi belirecekmiş gibi anlatırsanız mistifikasyon tamamlanmış olur. Böylelikle yıllar yılı adsal katmaç neydi ki diye gezinip duran bir nesil ortaya çıkar. 

Oysa meseleyi gökte ararken yerde bulmuşum…

3 yorum:

  1. Uzun bir süredir bir çok buluşmada mevzu olmuş "adsal katmaç nedir?" sorusuna üstad Felix Sarotti'nin verdiği cevap bir gizemi ortadan kaldırmış. Ancak bu büyülü sözün büyüsünü ortadan kaldırıp konuyu teorik bir zemine çekerek, her duyduğumuzda yüzümüzde oluşan tebessümü de ortadan kaldırmasından korkarım. Ayrıca antropoloji konusunda vermiş olduğu pasları da en kısa sürede gole çevirmeyi umuyorum. Sevgiler Felix.

    YanıtlaSil
  2. Felix yine külliyata hakimiyetini konuşturmuş! Kimse susturmasın!

    YanıtlaSil
  3. Bu arada merak etmedim de değil, o resim bizim tabakalaşma dersinden mi acep?

    YanıtlaSil

Anonim kullanıcı olarak göndereceğiniz yorumlarda mail ya da blog adresi gibi iletişim adreslerinizi belirtmeniz önemle rica olunur.

SST Atölye