4 Ocak 2011

2 Angsiyetik Malignite Aforizmik Arkhe

Bu yazının nereye varacağına dair en ufak bir fikrim yok. Seyir defterini yazan ben miyim, tanrı mı? Emin değilim.


Son zamanlarda doğduğum büyüdüğüm toprakları düşünmekteyim.

Daha doğrusu kendi geçmişimi düşünmekteyim.

Aklımda bir fotoğraf var sürekli. Geleneksel mimari ile yapılmış bir eve giden kopuk elektrik telleri var fotoğrafta. O kopuk elektrik teli her fotoğrafa bakışımda bana moderniteden kopuşu çağrıştırıyor. Oysa modern yaşam için terk edilmemiş miydi o ev?

Taşıyamayacağım yükün altına girmemeyi öğretmemiş mi, küçükken folluktan alıp avucuma sığmadığı için ceplerime doldurup kırdığım yumurtalar. Öğretmemiş anlaşılan.

Babaaa’nın yazısı üzerine bu yazıyı ele aldım. Bu sebeple girift ve herhangi bir dizgeye uymadan ilerleyecek ya da gidecek ya da akacak. Çünkü ilerleme tartışmalı, gidiyorsa yönü mü var, nereye gider? Akıyorsa, iki kez yıkanabilir miyim? Yıkanırsam nasıl yıkanırım? Şöyle ya da böyle yıkanırım. Ama neden? İnsanoğlu işte burada dumura uğrar, o sebepledir ki ne ne’lik ve neden sorularına saplanır?

Ben şimdi şu saatte kendimi şuracıkta öldürüversem, sabah kalktığında beni ölü bulan sevgilim ne yapar? Ne düşünür? Bu yaptığımı anlamlandırabilir mi? Kendinizi sevgilisini ölü bulan birinin yerine koyun? Neden sorusunu mu sorarsınız nasıl sorusunu mu?

Ben nedeni seçerdim. Nasıl basittir. Bir şekilde öldürürsünüz kendinizi. Kalemle de olur, tirbuşonla da olur, kalorifer borusuyla da. Ama durduk yere neden? Bu soru insanı kemirip bitirir. Konu var olmak olunca da nasılını biliyoruz. [Hitler ve Yahudi kadınlar sağ olsun, kadın hastalıkları ve doğum konusunda bugün bildiklerimizi biraz da onlara borçluyuz. Yüzlerce Yahudi kadın dokuz ay boyunca her gün öldürüldü bunun için.]

Leylekler getiriyor işte. Ama niye getiriyor? Beni bir sabah daha nefes almaya iten “nedir”, “nasıl” değil. Varoluş bir yumurta gibidir. Çok basit, çok aciz bir dokunuş onu yok etmek için yetebilir, bir o kadar da mucizevîdir, her gün kırıp yediğiniz şeyin içinden gözünüzün önünde bir canlı çıkıverir. Her neyse. Pekiyi o halde beni kendimi öldürmekten alıkoyan ne, bunca sıkıntıya katlanmama sebep ne? Tam da ölümün kendisi mi acaba? Bir an hiç ölmeyeceğimi düşünsem bunca sıkıntıyı çekmenin bir anlamı kalır mı? Sanırım kalmaz, ne de olsa illaki bir gün istediklerimi yapabilirim çünkü, belki sekiz yüz yıl sonra ama yapabilirim. Pekiyi ya sekiz yüz yıl sonra şimdi yapmak istediğim şeyin bir anlamı kalmaz ise yine de onu yerine getirmiş olmamın bir anlamı olur mu, olmaz mı? Hımmm, yoksa moda, çağın ruhu biricik mi? Yoksa aynı yerde iki kere çimemeyecek miyiz? Ya cennet? Bakın burada nasılı sorabiliriz işte.

Bir teorisyen kardeşim benden evli olmanın gündelik pratikleri ile ilgili bir yazı yazmamı istemişti? O zaman sorarım birlikte yaşayanlara sabah kalktığınızda yanınızdakini ölü bulduğunuzda ne yapacağınızı ya da onun sizi ölü bulduğunda ne yapacağını? Ya da bir şeyleri olduğu gibi bırakıp hep hayaliniz olan bir yerlere gitmenizi engelleyen nedir, bira içip sigara içmenize engel olan nedir?

2 yorum:

  1. Son derece efsunlu bir yazı. Özellikle sevgiliyi yatakta ölü bulmak ile ilgili kısım Cat Stevens'ın "my lady darbanvile"ini hatırlattı. Üstadım Zinos'un kafa karışıklığından bir an önce kurtulmasını umar, kendisine huzurlu günler dilerim.

    Dr. Heimatlose

    YanıtlaSil
  2. yazi bende bir Camus tadi birakti. Bknz.Sisifos soylevi. Elinize saglik. Esas projeyi unutmus degilim merak etmeyin

    YanıtlaSil

Anonim kullanıcı olarak göndereceğiniz yorumlarda mail ya da blog adresi gibi iletişim adreslerinizi belirtmeniz önemle rica olunur.

SST Atölye