2 Haziran 2010

4 Kendine Yapılmasını İstemediğin Bir Şeyi Başkasına Yapma…

Yanlış anlaşılması ve bir neslin tükenmesine yol açması muhtemel bir söz öbeği bu atasözü. “Söz öbeği” lafını da Türkçemize kazandıran ve ağzımıza pelesenk eden değerli dimağları buradan sevgi ve saygıyla kucaklıyorum elbette, parantez içinde. Kendine yapılmasını istemediğin bir şeyi başkasına yapma sözünü duyan bir erkeğin durup düşünüp seksüel hayatından vazgeçmesi çok olasıdır çünkü. Erkeğin homofobik olması algıda seçicilik katsayısını 2.25 katına çıkarabilmektedir, tarafımdan osiloskop vasıtasıyla ölçülmüştür.

Bu handikabı bir yana bırakırsak kendine yapılmasını istemediğin bir şeyi başkasına yapma atasözü aslında çok doğru bir yere yaklaşır ve anarşist mücadelenin önünde duran en büyük sorun (!) olan “herkes özgür olursa ben istediğimi öldürebilirim” mantalitesinin önüne geçebilir. Bu atasözünü şiar edinmiş birçok düşünür olmasına rağmen dillendirilmemiş olması Türkçenin sorunudur. Öte yandan atasözüne aykırı hareket eden ve beni düşüncelere sevk etmiş kimi yazar, çizer, düşünce adamı da vardır ki aralarından en sevdiğim Thomas More olmuştur her zaman. Ada’dan çıkmış güzel şeylerden biridir aslında… Şimdilerde Rooney, Frank Lampard, Gareth Bale var, ziyadesiyle beni mutlu ediyorlar onlar da kendilerine yapılmasını istemedikleri şeyleri rakiplerine yaparak söze karşı geliyor ama ortamı güzelleştiriyor.

Anlayacağınız üzere bu atasözü orijininden hareketle sistemin en güzel hadiselerinden biri olan sigorta kavramını masaya yatıracağım. “Ah o masada ben de olsaydım” diyen diğer sistem aygıtları daha sonra inceleme altına alınacak olup hakkı “Sınıfın Sosyal Teorisyenleri”nde saklıdır.

İzmir’li vatandaşlarımızın bildiği anlamda asfalya değil bir finans oyunu olan sigortacılık bahsimiz. Son günlerde sigorta ile ilgili zorunlu bir sohbete dâhil olduğum gibi bir yanlış anlamaya mahal vermeden olayın beni rahatsız etmesi sebebiyle bu yazıyı yazmaya karar verdiğimi bir bilgi olarak buraya düşmek isterim. Sanırım Adam Smith dahi işlerin buraya varacağını hesap etmemiştir.

Sigorta ve sigortacılık, deniz taşımacılığı ticaret dünyasına adım attıktan sonra ortaya çıkmış bir kavram. Teknoloji gelişmediği ve kızgın Poseidon hala denizlerin tanrısı olduğu için daha çok gemi batıyor, zarar genelde gemi sahiplerini vuruyordu. Bunun önüne geçmek isteyen gemi sahipleri ve gemiyi kiralayan mal sahipleri ortak bir anlaşmayla “Deniz Ödüncü” denen kavramı ortaya attılar. Gemi ticaret seferine çıkarken, gemi sahibi gemiyi kiralayan mal sahibi (ya da sahiplerinden) bir miktar deniz ödüncü alıyordu. Gemi hedefine ulaşırsa deniz ödüncü misliyle geri ödeniyor, gemi batarsa para gemi sahibinde kalıyordu.

Daha sonra ortaya çıkan Rodos Kanunları ile timsah geldi, korsan deldi gibi özel koşullar da bir antant altına alındı ve sigortacılık ortaya çıktı. Hatta bu kanunlara göre gemisinin tehlikeye girdiğini hisseden kaptan malın bir kısmını denize atabiliyordu. Bu yüzdendir ki nice İspanyol şarabı, yığınla Portekiz gümüşü Hint Okyanusu’nun dibinde biz yiğit delikanlıları beklemektedir.

Bundan sonra ortamın daha da kapitalist evrim geçirişi İngiltere, hatta göbeği Londra’da ortaya çıkar ki halen dünyanın en büyük sigorta şirketlerinden biri olan Lloyd’un kuruluşudur bu hadise.

Londra’da sürekli denizcilerin takıldığı Esnaf kahvesinde oturan ve gayet işsiz bir adam olan Edward Lloyd ortamda muhabbet konusu olan, yük taşımacılığı, özel riskler, sigorta, prim gibi kavramlarda ahkâm keserek “Hafız o öyle olmaz, böyle olur.” “Ohaoo! Sen adam mı yiyorsun, bunun malını taşıma hacı” gibi diyalog başlangıçlarıyla ortamın danışman kesilen adamı olmuştur. Başlarda Edward’a “Ajan sen bi sus allasen” denmesine rağmen Edward geniş bilgisini ve tabi ki kapitalizme olan yatkınlığını retorik kabiliyeti ile birleştirmiş, ortamın balını kaymağını yemeye başlamıştır.

Tam bu sıralarda Yeni Dünya’da da mucit, bilim adamı, siyasetçi ve Amerikan Başkanı olan Benjamin Franklin insanların evlerini yangına karşı sigortalamaya başlamıştı. Fakat akıllı Benjamin yangın riski yüksek binaları sigortalamıyordu. “Dear Benjo, ahşap binaları sigortalamıyorsun ama beton mu sıçalım sene 1780’de diyen insanları” dikkate almıyor, konut sigortasında özel riskler kavramına bambaşka bir boyut getiriyordu.

Şimdi dikkat edilmesi gereken noktaya parmak basarsak gerek deniz sigortacılığında, gerekse konut sigortacılığında çalışan, üreten ya da evini inşa ederek barınmaya çalışan kişi sigortadan yararlanamıyor. Gemi batarsa muhtemelen tayfa ve kaptanların ailelerine helva dağıtılıyor, evi yanan kişiye de çadır veriliyor, o zaman bir Kızılhaç örgütü var mı bunu araştırmadım.

Bu insanların ezildiğini görerek yüreği parçalanan sigortacılar… tam olarak böyle olmadı… kapitalistlerden yeteri kadar para sömüremediğini düşünen sigortacılar sömürmesi gereken asıl insanlara yönelmişler ve bireysel sigorta kavramını başlatmışlar.

İşte bakın bir anda bugüne gelerek Murat Bardakçı ile muhatap olmak zorunda kalmadık… zaten kapital hızlı akar yolunu bulursa. Bugün herhangi bir sigortacıyla konuşun. Yalan makinesine bağlayabildiğiniz her sigortacı size yapmak istediği sigortanın kendisinde olmadığını dile getirecektir. Gerçek esnaflık “Abla ben de evde bunu kullanıyorum valla çok mutluyum” zihniyetiyle fotosentez yapabildiği için her sigortacı, “Bakın, ben de kendime bu sigortayı yaptırdım, emin olun içim o kadar rahat ki, bakın donla dolaşıyorum” diyerek size sigorta poliçesini imzalatmaya çalışacaktır. Aslında yalan söyleyen bu simsarlar sizi kendi çıkarlarına göre tıkır tıkır işleyen bir sistemin içine içine çeker ve en sonunda delirmenizi sağlayarak sigorta kapsamı dışına iter.

Konunun başında da dediğimiz gibi, Adam Smith bile bu kadar şeytani bir noktaya ulaşmasını beklemiyordu sanırım.

Bakın nasıl işliyor bu sigorta… Birkaç türü var bilindiği gibi, emeklilik, sağlık, hayat, trafik (kasko). Emeklilik sigortasında size şu söylenir: “Ey çalışan ve emeğiyle para kazanan değerli makine teknikeri! Fabrikadan emekli olduğunda alacağın üç kuruş emekli maaşının sana yeteceğini mi düşünüyorsun. Gel bana o aldığın kuş kadar maaşın bir kanadını ver (100 TL). Ben sana 15 yıl sonra her ay emekli maaşı vereyim.” Güzel değil mi? Değil… çünkü 15 sene sonra sana şöyle söylenir. “Lan” (evet böyle konuşabilirler bu adamlar) “Lan bir baksana… Şimdi senin alacağın para her ay 120 lira. 120 lira ile bir ay ne yapacaksın, atsan atılmaz satsan satılmaz. Gel ben sana bana bugüne kadar ödediğin bütün parayı topluca vereyim. Al sana bana verdiğin 100x12x15 lira 18.000 lira. Hayatında hiç 18.000 TL’yi toplu gördün mü lan?” Sizin ödediğiniz o 100 liralar 18.000 lira olmuş ama o 18.000 lira 15 senelik enflasyon ile kuş olmuştur.

Hayat sigortası…

Şunu diyen bir adam var karşınızda: “Bakın efendim, Allah korusun, başınıza bir şey gelirse bu sabi sübyanlara kim bakacak? En azından bir toplu para geçer ellerine bir iş kurar, bir okul okurlar… yazık…” “Peki?” dersiniz ve “Kaç para ödeyeceğim, kaç para alacak çocuklarım” sorusunu yöneltirsiniz haklı olarak. Bunlar hep cevabı hazırlanmış, çeşitli kitapçıklara bastırılmış ve motivasyon toplantılarında sigorta simsarlarının ezberletilmiş cevaplarıdır.

“Efendim 20 lira verirseniz biz çocuklarınıza 30.000 lira vereceğiz, 50 lira verirseniz 40.000 lira vereceğiz…” diye uzayan bir liste açıklarlar size. Genelde en pahalısını satabilen bu simsarlar daha sonradan sizlere “Ah efendim ailenizde kanser varmış, babanız kalpten ölmüş, motosiklet kullanıyormuşsunuz” gibi sudan bahanelerle (ki bunlara risk diyoruz… ulan asteriks desen ne olur?) alacağınızı minimuma indirir.

Öldükten sonra çocuklarınız ve karınız yas halindeyken bir sigorta müfettişi gelir, ki bunların nasıl adamlar olduklarını burada anlatmak için çok terbiyesiz olmak gerekir, sizin ölümünüzdeki şaibeleri anlamaya çalışır.

Trafik ve sağlık sigortasını aynı kategoride değerlendireceğim çünkü burada önemli bir kavram var. Adam Smith bunları görse “Aaaaa! Ama bu kadarını ben bile düşünemezdim” der yani…

“Allah Korusun” bahsini çaktırmadan incelemiştik yukarıda. Sigorta simsarı size geliyor. Şöyle diyor. “Efendim, Allah korusun, bir gün kaza yaparsanız…”
“Allah korusun” yerine şunlar da kullanılabilir.
“Hiç istemeyiz tabi ki.”
“Aslında olmasa ne kadar güzel olur ama maalesef hayatın gerçekleri bunlar”
“Kadere inanır mısınız?”
“Gazetelerin üçüncü sayfalarını okuyorsunuz değil mi?”
“Türkiye’de yaşıyoruz, kaldırımda yürümek bile risk”
“Bakın size amcamdan bahsedeyim, hiç sigara içmezdi, içkiyi ağzına sürmezdi, her gün 10 km koşardı ama pat şekeri çıktı.”

Sizi bugüne kadar yaşadığınız rahat hayatınızdan koparıp, risklerle dolu olan tehlikeler diyarına atarlar. Artık her an yürürken kafanıza piyano düşebilir, takımınızın şampiyonluk kutlamaları sırasında aslında diğer maçın 2–2 bitmediği haberini alabilir ve stadyum yangınında ölebilirsiniz.

Zaten sigortalanma sürecinde, ailenizde kanser var mı, kronik rahatsızlığınız var mı, motosiklet kullanıyor musunuz, ekstrem spor yapıyor musunuz diye sorularla, “Ulan ben ne yapmışım bugüne kadar” diye şaşırttıran simsar size en bomba şeyi sigortanızı kullanmak istemediğinizde söyler…
Kapsam dışı…
Hayır, duyabileceğiniz en bombası bu değil ama bundan da bahsetmek istiyorum onun için yanlış alarm verdim. Bundan daha bombası bile var. Az sonra…

Kapsam dışı çok komik olur. “İyi günler! Ben öküz gibi para yatırmış olan kişiyim Düştüm ve dizimi sakatladım, hastanede dizimde biriken suyu aldırdım ama sigortamın bunu ödemediğini söylüyorlar ne diyeceksiniz?”
“Ah efendim, bunu size belirtmiştik, poliçenizde yer alan 115875 maddenin 2256. Maddenin c bendinde ‘dizde biriken sıvılar kapsam dışıdır’ yazıyordu. Dikkat etmenizi dile getirmiştik.”
“Sıvı değil lan su bu! Düştüm düştüm, sizin de dediğiniz gibi, Allah korumadı ve düştüm.”
“Üzgünüm… Size hayvan gibi pahalı bir hastanede check-up için 50 liralık indirim hediye edeyim ben iyisi mi?”
Daha bombasını duyacaksınız şimdi…
Kolunuz kırılmış, hastaneye gitmişsiniz. Hastanede siz tedavi edilirken sigorta simsarınız size telefon açıyor.
“İyi günler efendim, ben size demiştim düşeceksiniz diye… Galiba kolunuzu sigorta kapsamında tedavi ettireceksiniz.”
“Haliyle”
“şimdi size şunu açıklamama müsaade edin lütfen: Dilerseniz böylesi küçük bir operasyon için sigortanızı kullanmayın. Sonuçta sigortanızı kullanırsanız bir sonraki primleriniz daha yüksek olacaktır.”
“Ne? Nasıl? Neden yani?”
Evet… parasını ödediğiniz ve kullanmamaya çalışacağınız şeyin adı sigortadır.
Bu sayede delirebilir, nöbetler geçirebilirsiniz. Asıl sorun burada ortaya çıkar. Psikiyatrik ve psikolojik muayeneler ve müdahaleler özel sigorta kapsamına giremez.

Saygılarımla
Ali Tezel

Şaka len şaka Borga Engin ben…

4 yorum:

  1. Sosyal teorisyenler camiasına değerli bir yazarın daha katılması beni pek bir şenlendirdi.

    Yazınızı lezzetle okudum. Beynimde envayi çeşit tatlar bıraktı.

    Özgeçmişiniz allah kurtarsın dedirtircesine heyecanlı ve deneyim dolu.
    Yine özgeçmişinize gerçek fotoğrafınızı koymanız ve bloğunuza referans vermeniz beni benden alan bir nokta oldu. Kolektif tahayyüllerimize bireysel alternatifler gösterdiğiniz için cesaretinize hayran kalmamak elde değil.

    Hoşgeldiniz mirim.

    YanıtlaSil
  2. Sevgili Dawnspiper,

    Sizin gibi değerli bir kalem üstadını aramızda görmekten nasıl bir mutluluk duyduğumu anlatamam. Cemiyetimize neşe ve heyecan getireciğinizi umuyor değerli yazılarınızı sabırsızlıkla bekliyorum.

    Saygılar sunarım
    Dr. Heimat Lose

    YanıtlaSil
  3. SST camiasina simdiden bir seviye, bir nese kattiniz pek Sayin Dawnspiper. Yazinizin dialektik akisi ve adam smith'le kurdugu empati gercekten dikkate deger. Elinize saglik.

    Prometyus

    YanıtlaSil
  4. Yazı uzun olsa da, doğaçlama akış içinde keyifli okunuyor. Dawnspiper söyleyecek çok sözü olduğunu, anlatılacak çok hikayesi olduğunu gösteriyor. Tefrikalarını bekliyoruz.

    YanıtlaSil

Anonim kullanıcı olarak göndereceğiniz yorumlarda mail ya da blog adresi gibi iletişim adreslerinizi belirtmeniz önemle rica olunur.

SST Atölye