Kola mı üçü bir arada mı, belki de bir bira, kulağına Iyeoka’dan Simply Falling akarken aslında kırmızı şarap daha iyi giderdi ama yok yok olamaz yetiştirmem gerekiyor diyordu, bu gece o aptal makale bitecek zaten son geceye kadar ertelemişti fakat hala da ertelemek istiyordu.
Elinde kolasıyla arşınlıyordu odayı ve kulağına akan Awolnation ritimleri. Odanın ortasında ritme bırakmıştı kendini, eylemlerini o an notaların dansı kontrol ediyordu, hafiften öne atılan adım daha sonra geriye hızlı bir tane, hafiften oynayan omuz, sanki Leon’un sahnesini hiç kimseye karşı canlandırıyordu.
This is how an angel dies
I blame it on my own sick pride
Anını tarif eden sözler, kendisine yelken mi alsaydı, yok yok keşke yelken olsaydı, belki de büyük bir balinayla arkadaşlık edebilirdi, o an dansın ortasında hem küçük bir vicdan azabıyla hem de sinirle kitaplığının karşısında buldu kendini. Göz hizasındaki raflara, okunması gerekenler yan yana dizilmiş kitapların üstlerine serpiştirilmişti, çok önceden okunanlar ve aslında kendine dair izler taşıyan kitaplar ise kitaplığın en alt rafında gizlenmişti, neler vardı ki bu kitapların arasında, bir film nasıl okunur, resimin karanlık tarihi, mavi tüy, küçük prens. Nedense pek dikkat etmezdik bir kitaplıktaki raflara, oysa kitaplığın sahibine dair önemli izler taşırlardı, ilk gözümüze sokulanın pesinden giderdik, kitaplığının sahibinin ruhuna dokunmak istemezdik, belki de kendi ruhumuza dokunulmasından ölesiye korktuğumuzdandı, çıplak kalmaktansa yalnız kalmayı tercih ederdik. Filmi görmektense fragmanları izleyen, filmini göstermektense fragmanlarımıza yoğunlaşan zavallı ruhlardık.
Masasının üzerinde ve yerde yazması gereken makale için alıntılar, denemeler, buruşturulmuş köşeye atılmış kağıtlar. Bir temizlik yapmalıyım diye düşündü, bu onun erteleme oyununun başlangıcıydı, içinden masaya oturup o aptal makaleyi yetiştirmek gelmiyordu. Yerden köşeye atılmış ilk kağıdı eline aldığında bunun makalenin bir parçası olmadığını fark etti.
Will we ever have that baby
Just take that pretty face
I've shown me
sözleri yazıyordu kagıtta ama gerisini okuma ihtiyacı duymadı ironik biçimde o an kulaklarına akan ise Take Me Somewhere Nice sözleriydi.
A false memory would be everything.
A denial my eliminent
Zor da olsa masasına oturdu, pc’nin açılmasını beklerken tam karşısındaki yatağının altında dışarı çıkmış bir beyaz tüy fark etti, “ne olabilirdi ki” yerinden kalkıp yatağına ilerledi ve yatağının altından tüyü çekmeye başladı, çocukluğundan beri yanından ayırmadığı beyaz tavşanıydı bu, bakalım kaç yer görmüştü bu oyuncak; Roma, İngiltere, İsveç, Amerika ve şimdi de Kanada. Sen de mi yoruldun sorusu döküldü ağzından, sen de mi? Tavşanın kulağındaki küçük yanığın nasıl olduğunu hatırladı, Konya’da küçük kaloriferli bir evde geçen çocukluk, ev kaloriferli fakat çocuğumuz üşümesin mantığıyla küçük bir de soba yakılıyordu oturma odasında. Amca ve babası önce ekonomi sonra demokrasi mantığıyla hareket eden Özal politikalarını tartışırken küçük bir dikkatsizlikle tavşanının kulağı cızlamıştı. Yanan pamuk organik pamuk mu yoksa içinde kanserojen madde var mı soruları o zamanlar zihinleri kurcalamıyordu, aradan geçen bunca sürede amcayla baba tartışmaları yönünü Galatasaray mı Fenerbahçe mi tartışmalarına çevirmişti.
Kulağına akan How to Disappear Completely ile tavşanı yastığının yanına yerleştirdi, mp3 çalarını kulağından çıkardı, çocukluğundan kurtulup makalesini yetiştirmesi gerekiyordu, düşüncelerini toparlaması ama olmuyordu, pc’nin başına döndü tekrar, uzun uzun ekrana baktı sadece kolasını yudumluyordu, ”acaba klavyeyi mi temizlesem?”, en son klavye temizleme macerası klavyenin kullanılamaz hale gelmesiyle sonuçlanmıştı, daha sonra bu salaklığı hemen hemen her öğrencinin yaptığını öğrenmişti. Saçma sapan sitelerin arasında dolaşmaya başladı, garip bir site ilgisini çekmişti biraz şamata, biraz ciddi, kimi zaman duygusal. Sitede oyunlarımız bölümüne girdi, bisiktirol yazısına tıkladı, tıklarken annesinin gardırobuna saklandığı zamanlarda ki naftalin kokusunu hatırladı, ne zaman içinden yaramazlık yapmak gelse bu kokuyu duyardı.
“Kuyruk yağı ile biber gazının efsanevi birleşimi bisiktirol, kullandıkça vazgeçmeyeceksiniz.” Ekrandaki yazı gülümsetmişti, lütfen bekleyin yazısının geçmesini beklerken kahvesinden bir yudum daha aldı.
Derdin ne kategorini seç yazısını tıkladı.
Kategoriler:
En iyi arkadaşının düğününe gitmek,
Tuvalete bekçi olamayacak albayın içtimada yat kalk sürün, çok beğendim gene yat demesi,
Eylem sırasında çekirdek çiğneyip eylemcilere bakan amcalar,
Peşimi bırakmayan eski sevgili,
Maaşıma zam yapmayan patron,
Sunumumu dinlemeden eleştiren hoca,
Otobüste göğsüme dokunmak için uyuyor numarası yapan ergen,
Sürekli espri yapmaya çalışan iş arkadaşları,
Sürekli arayan banka avukatı,
Cenazede görücüye gelen teyzeler
.....
Uzayıp giden bir liste; ilkine tıkladı,
bir anda alttan yüksek bir melodi yükselmeye başladı,
“Eee bu mendili icat edeni ne ne yağlıca ya ya ah gıdı gıdı meh meh”
Ve tüm ekranı kaplayan bir yazı,
“Bisiktirol; kuyruk yağı ile biber gazının efsanevi birleşimi”
Oyunda karşısına çıkan insanları kullandığın bisiktirol parfümü sayesinde yanınızdan kaçırıyordunuz, kimin sizi rahatsız edeceğini önceden tahmin edip o yaklaşmadan önce parfümü üstünüze sıkmanız gerekiyordu, önemli noktalardan biri de zamanlamasıydı ne çok erken ne de çok geç sıkacaktınız. Erken sıkarsanız etkisi kayboluyordu ve o kişi gitmiyordu, biri sizi rahatsız ettiğinde ise edalı gelin sözleri çıkıyordu;
“Hana baktım han değil, pençereye baktım cam değil”
Düğün salonuna ilerletti karakteri, fakat iki adım sonra “Hana baktım han değil, pençereye baktım cam değil” yazısını gördü, ne olmuştu ki; tekrar denedi tam az önceki yazıyı okuduğu noktaya geldiğinde karakteri kendi etrafında döndürdüğünde az önce yanından geçtiği adamın arkasında olduğunu gördü, adamın bir dizini önüne kırmış gösteriyordu, bir anda parfümü sıktı fakat geç kalmıştı, adamın eli ona dokunmuştu. Üçüncü denemesinde o bölgeyi atlattı, düğünde oynayanların arasından geçerek boş bulduğu bir masaya oturdu, yanındaki yaşlı teyzenin yüzü ekranda belirdi ve
Kızım sıra sende mi?
Büyük bir kahkaha arkasından ise
“Hana baktım han değil, pençereye baktım cam değil”
Ne biçim oyundu hem sinirleniyor hem de gülüyordu, yaşlı teyzeyi atlattıktan sonra düğünde göbek atması için ısrar eden arkadaşlarını daha sonra dansa kaldırmak isteyen damadın kardeşini, onları da atlatınca düğünün sonunda taksicinin sözlü tacizlerini atlatması, taksiciden sonra eve geç geldin diyen annesinden kurtulması gerekiyordu, daha sonra ise neden bu kadar açık elbise giydin diyen kardeşini atlattıktan sonra yatak odasına kendisini kilitlemesi gerekiyordu.
İlk bölümü aşması yaklaşık üç saatini almıştı, bölüm sonunda ise önce büyük bir kalenin demir kapının kapanması ve kapanırken duyulan o gıcırtı ve çok yüksek bir kilit sesi vardı. Üzgün hissetti kilit sesini duyduğunda, oyun sırasında çevresinden kaçırdıklarının yüz ifadelerini gördükçe aşağısında oturan hafiften sağır yaşlı amcayı uyandıracak kadar bir kahkaha bile atmıştı, fakat bu son sesle gülümsemesinde de bir şeyler kilitlenmişti.
Artık zamanı gelmişti makalesini bitirmesi gerekiyordu, düşüncelerini toparladı, bir kağıda önce temel cümlelerini yazdı, yazının sınırını çiziyordu böylece, her cümlede yazı inşa oluyordu. Giriş ve sonuç aynı olacaktı, giriş makalenin özeti gibiydi, aslında girişi anlayanın makalenin gerisini okumasına gerek yoktu. Cümlelerini destekleyen referansların isimlerini yazdı cümlelerin yanına, makalenin iskeleti hemen hemen hazırdı, sadece yapması gereken yazdığı cümleleri bedenleştirmekti, cümleleri şişirmek ve birer paragrafa dönüştürmek. Paragraflar alt alta geldiğinde ise makale ortaya çıkmıştı, makalenin içeriğini anlatan anahtar kelimeleri de seçti en sonunda, sınırını çizmiş, makaleyi yazmış ve anahtar kelimelerle makaleyi mühürlemişti.
Sabaha sadece birkaç saat kalmıştı artık uyuması ve yarı uykulu sunumunu yapması gerekiyordu, evinin kapısının kilidini kontrol etti son kez, iyi ki de kontrol etmişti kilitlemeyi, unutmuştu çünkü anahtarını bir kere çevirdi kilit sesini duydu, oyun aklına geldi o iç gıcıklayıcı kilit sesi, tekrar cevirdi ikinci ses... Son kilit sesini duyduğunda ise yatağının üstüne bıraktığı mp3 çalarından tavşanın yanık kulağına Eric Clapton’dan Layla akmaktaydı. Buruşturup attığı kağıtlarından birinde ise:
“Ben şu an bu yazıyı bitirirken on beş yıldan beri her akşam dayakla haşır neşir olan bir kadın bu sefer de yemeğin içine atılması unutulan tuzun gazabına uğruyordu, daha otuzunda olmasına rağmen ilk torununun ağlama sesleri arasına kendi gözyaşlarını sessizleştiriyordu. Kilometrelerce ilerde başka bir bebek ise babasının İsrail askerlerince öldürülmesini hissedermiş gibi bir daha ağlamamak için tamamıyla susmuştu. Tam da o anda Filistin duvarına çizdiği resmin yaşlı dede tarafından neden bu kadar tepki çektiğini hala anlamayan Bansky’nin Sokak sanatına yüzbinler vermiş bir borsacı can sıkısını gidermek için Taylandlı bir kadına striptizci kulübünde kucak dansı yaptırırken, Suriye’den Türkiye’ye gelen sığınmacıların bakire kızlarına talip olan bir Suudi, petrol piyasasında Amerika’nın yaptığı açıklamanın mevduatlarına etkisini öngörmek için muhasebecisiyle toplantı halindeydi.
Siz bu son paragrafa başladığınızda ise Amerika’da iki kanka hangimiz daha fazla sosisli yiyebiliriz yarışındayken Afrika’daki bir çocuğun açlıkla imtihanını açlık ezerek kazanmıştı. Aynı anda eli Fransız lokantalarında spesiyal olan bir gorilin bebeği annesinin pigmelerin sırtında ilerlemesine anlam veremeden bakarken, Fransız şef de aristokrat müşterisinden yemeğe dair övgüler alıyordu, şefin yardımcısı ise yemekte kullanılan altın tozundan artanları yerine koymaktaydı. Şef yardımcısının karısı ise yeni doğan bebeklerinin iştahsızlığının çözümünü doktordan dinliyordu. Başka bir doktor ise Amerika’da annesi ağrı kesici bağımlısı olan bebeğin yoksunluk sendromunu dindirebilmek için bebeğin serumuna ilaç enjekte etmekteydi. Satışlarını arttıran ağrı kesici şirketinin bölge pazarlamacıları ise, bu başarıyı bir akşam yemeğiyle taçlandırmak için lokantanın birinde garsonlarına siparişini vermekteydiler.” yazmaktaydı.
“Hana baktım han değil, pençereye baktım cam değil”
Düğün salonuna ilerletti karakteri, fakat iki adım sonra “Hana baktım han değil, pençereye baktım cam değil” yazısını gördü, ne olmuştu ki; tekrar denedi tam az önceki yazıyı okuduğu noktaya geldiğinde karakteri kendi etrafında döndürdüğünde az önce yanından geçtiği adamın arkasında olduğunu gördü, adamın bir dizini önüne kırmış gösteriyordu, bir anda parfümü sıktı fakat geç kalmıştı, adamın eli ona dokunmuştu. Üçüncü denemesinde o bölgeyi atlattı, düğünde oynayanların arasından geçerek boş bulduğu bir masaya oturdu, yanındaki yaşlı teyzenin yüzü ekranda belirdi ve
Kızım sıra sende mi?
Büyük bir kahkaha arkasından ise
“Hana baktım han değil, pençereye baktım cam değil”
Ne biçim oyundu hem sinirleniyor hem de gülüyordu, yaşlı teyzeyi atlattıktan sonra düğünde göbek atması için ısrar eden arkadaşlarını daha sonra dansa kaldırmak isteyen damadın kardeşini, onları da atlatınca düğünün sonunda taksicinin sözlü tacizlerini atlatması, taksiciden sonra eve geç geldin diyen annesinden kurtulması gerekiyordu, daha sonra ise neden bu kadar açık elbise giydin diyen kardeşini atlattıktan sonra yatak odasına kendisini kilitlemesi gerekiyordu.
İlk bölümü aşması yaklaşık üç saatini almıştı, bölüm sonunda ise önce büyük bir kalenin demir kapının kapanması ve kapanırken duyulan o gıcırtı ve çok yüksek bir kilit sesi vardı. Üzgün hissetti kilit sesini duyduğunda, oyun sırasında çevresinden kaçırdıklarının yüz ifadelerini gördükçe aşağısında oturan hafiften sağır yaşlı amcayı uyandıracak kadar bir kahkaha bile atmıştı, fakat bu son sesle gülümsemesinde de bir şeyler kilitlenmişti.
Artık zamanı gelmişti makalesini bitirmesi gerekiyordu, düşüncelerini toparladı, bir kağıda önce temel cümlelerini yazdı, yazının sınırını çiziyordu böylece, her cümlede yazı inşa oluyordu. Giriş ve sonuç aynı olacaktı, giriş makalenin özeti gibiydi, aslında girişi anlayanın makalenin gerisini okumasına gerek yoktu. Cümlelerini destekleyen referansların isimlerini yazdı cümlelerin yanına, makalenin iskeleti hemen hemen hazırdı, sadece yapması gereken yazdığı cümleleri bedenleştirmekti, cümleleri şişirmek ve birer paragrafa dönüştürmek. Paragraflar alt alta geldiğinde ise makale ortaya çıkmıştı, makalenin içeriğini anlatan anahtar kelimeleri de seçti en sonunda, sınırını çizmiş, makaleyi yazmış ve anahtar kelimelerle makaleyi mühürlemişti.
Sabaha sadece birkaç saat kalmıştı artık uyuması ve yarı uykulu sunumunu yapması gerekiyordu, evinin kapısının kilidini kontrol etti son kez, iyi ki de kontrol etmişti kilitlemeyi, unutmuştu çünkü anahtarını bir kere çevirdi kilit sesini duydu, oyun aklına geldi o iç gıcıklayıcı kilit sesi, tekrar cevirdi ikinci ses... Son kilit sesini duyduğunda ise yatağının üstüne bıraktığı mp3 çalarından tavşanın yanık kulağına Eric Clapton’dan Layla akmaktaydı. Buruşturup attığı kağıtlarından birinde ise:
“Ben şu an bu yazıyı bitirirken on beş yıldan beri her akşam dayakla haşır neşir olan bir kadın bu sefer de yemeğin içine atılması unutulan tuzun gazabına uğruyordu, daha otuzunda olmasına rağmen ilk torununun ağlama sesleri arasına kendi gözyaşlarını sessizleştiriyordu. Kilometrelerce ilerde başka bir bebek ise babasının İsrail askerlerince öldürülmesini hissedermiş gibi bir daha ağlamamak için tamamıyla susmuştu. Tam da o anda Filistin duvarına çizdiği resmin yaşlı dede tarafından neden bu kadar tepki çektiğini hala anlamayan Bansky’nin Sokak sanatına yüzbinler vermiş bir borsacı can sıkısını gidermek için Taylandlı bir kadına striptizci kulübünde kucak dansı yaptırırken, Suriye’den Türkiye’ye gelen sığınmacıların bakire kızlarına talip olan bir Suudi, petrol piyasasında Amerika’nın yaptığı açıklamanın mevduatlarına etkisini öngörmek için muhasebecisiyle toplantı halindeydi.
Siz bu son paragrafa başladığınızda ise Amerika’da iki kanka hangimiz daha fazla sosisli yiyebiliriz yarışındayken Afrika’daki bir çocuğun açlıkla imtihanını açlık ezerek kazanmıştı. Aynı anda eli Fransız lokantalarında spesiyal olan bir gorilin bebeği annesinin pigmelerin sırtında ilerlemesine anlam veremeden bakarken, Fransız şef de aristokrat müşterisinden yemeğe dair övgüler alıyordu, şefin yardımcısı ise yemekte kullanılan altın tozundan artanları yerine koymaktaydı. Şef yardımcısının karısı ise yeni doğan bebeklerinin iştahsızlığının çözümünü doktordan dinliyordu. Başka bir doktor ise Amerika’da annesi ağrı kesici bağımlısı olan bebeğin yoksunluk sendromunu dindirebilmek için bebeğin serumuna ilaç enjekte etmekteydi. Satışlarını arttıran ağrı kesici şirketinin bölge pazarlamacıları ise, bu başarıyı bir akşam yemeğiyle taçlandırmak için lokantanın birinde garsonlarına siparişini vermekteydiler.” yazmaktaydı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Anonim kullanıcı olarak göndereceğiniz yorumlarda mail ya da blog adresi gibi iletişim adreslerinizi belirtmeniz önemle rica olunur.