“Ya devlet
bireyi ve toplumsal hayatı daima ezerek, insanın etkin olduğu bütün alanları
ele geçirerek savaşlara ve iktidar mücadelelerine, bir tanrının yerini
diğerinin aldığı saray darbelerine yol açacaktır, ki bu gelişmenin sonucunda
kaçınılmaz bir biçimde ölüm vardır, ya da devletler yıkılacak ve özgür anlaşmasıyla
bireylerin ve grupların canlı insiyatiflerini bir ilke olarak benimseyen
binlerce merkez yeniden hayat bulacaktır.”
Pyotr A.
Kropotkin
“Devlet insanlar
arasındaki bir koşuldur, belli bir ilişkidir, bir insan davranışı tarzıdır.
Bizler başka ilişkiler üzerinde anlaşarak, farklı davranarak onu yok edeceğiz.”
Gustav Landauer
Weberyan bir bakış açısıyla işe giriştiğimizde devlet, şiddeti kullanma
tekelini elinde tutan tek meşru güç olarak karşımıza çıkar. Temeli meşruiyetin
kaynağına dayanan oldukça tartışmalı bir bakış olsa da, bugün devlet Weber'i
haklı çıkarmak istercesine bu yolda dümdüz ilerlemektedir. Bir insanın bir
başka insanı ya da insanları öldürmesine cinayet veya katliam adı verilirken,
bunu devlet yaptığı zaman eylem bir anda sihirli bir biçimde idam, müdahale,
operasyon vb. gibi isimler almaktadır. Toplumsalın buna karşı geliştirdiği bir
refleksten bahsetmek isterdim ancak aynı toplumsal, zaten adına ulus denilen ve
insanlık tarihinde çok da eski olmayan başka bir salaklık uğruna devletinin
kendisini koruduğu yalanına köpeklik etmekte (köpekleri tenzih ederim).
Rousseau'ya dayanarak söylersek, bilinmeyen bir tarihte toplumsal bir
sözleşme imzalayarak yetkilerimizi ve haklarımızı devlet denilen bu aşağılık
kuruma verdiğimizden beri insanlık olarak burnumuz boktan kurtulmadı. O günden
beri sanki bir distopyanın içinde yaşıyoruz. Yaşama ya da ölme hakkımız bile
devlet tarafından belirleniyor. Mesela devletin işlediği cinayetlerden, hadi
güzel adlandırma yapalım, idamlardan önce idam mahkumlarının sağlık
muaynesinden geçtiğini belki de çok sayıda kişi bilmiyordur. Bu kararı kendi
iradenizle devletten önce verir ve kendinizi öldürmeye kalkarsanız devlet buna
asla katlanamaz. Yapma bak, çok üzülür. Sizi yine bir güzel tedavi eder. Devlet
öldürme yetkisini sadece kendisine ve dolayısıyla etrafındaki kurumlara ve
onlar için çalışan köpeklere bahşettiği için devletten izin almadan asla
ölemezsiniz. Bu yüzden devlet sizi öldürmeden önce muayne eder; sağlıklı olarak
ölmeniz için. İntihara teşebbüs edip de başaramazsanız, tedavinizin akabinde
yine devletin köpekleri tarafından gözaltına alınırsınız. Suçunuz devletten
habersiz ölmeye kalkışmaktır. Geçenlerde gazetede çıkan bir haber işin boyutunu
çok daha okunaklı biçimde sunuyordu. Etrafa rastgele ateş açtığı için
tutuklanan ve cezaevine koyulan inşaat işçisinin kanser yüzünden altı aylık
ömrünün sadece bir ayı kalmıştı ve devletin kendisine verdiği ceza 16 yıl 8
aydı. Ama bu sefer tedavi ya da evinde ölme isteği de geri çevrilmişti bir
insanın. Devlet bir ay ömrü kalan, yasalarıyla 16 yıl ceza verdiği insanın,
yine kutsadığı sikindirik yasalarıyla ömrünü uzatabileceğini mi düşünüyordu
yoksa? Daha da ironik olan bu insanın temel bir insan hakkı olan sağlık
hizmetlerinden yararlanması devlet tarafından engellenmişti (yeşil kartı iptal
edildi). Ama öyle deme bak, hayatının bir yerinde sana güzellik de yapıyor
devletin arada bir kendince. Tebaasından penisi olan, sağlıklı olarak
fişlediklerini kendi bünyesine alıyor ölsün ya da öldürsün diye. Ama insan
değilsin orda da, merak etme. Sadece malzemesin, eğitimde ölürsen zaiyat,
savaşırken ölürsen şehit, insan olduğunu hatırlayıp reddedersen de hain.
Sadece ölmek eylemiyle ilgili de değil bütün bunlar. Öldükten sonra bile
bedeniniz hakkında söz sahibi olamıyorsunuz. Tabi sınıfsal bir durum söz konusu
aslında burda. Söz gelimi kendinizi yaktırmak isterseniz ve paranız varsa, en
yakın krematoryum ülke dışında. Ölmek bile eşitlemiyor bizi. Ne kadar ironik.
Sosyal devlet olsa fena mı? Yakarlar değil mi? O da aynı bokun laciverti
olmasın sakın. O da kendi başına bir şeyler yapmana izin vermiyor, merak etme.
Her şeyin başı "normal". Normal olana göre belirleniyor bütün
pratikler.
Rivayet edilirki, zamanın İngiltere'sinde bir adam kendi boğazını keserek
intihar etmeye kalkışmış ancak sorumlu mu yoksa sorunlu mu olduğu bugün
bile tam olarak bilinemeyen yurttaşlar tarafında kurtarılmış. Zamanın yasaları
ve mahkemeleri "insan hayatına verdiği değerden" ötürü, sonlandırmaya
çalıştığı şey kendi canı olduğu halde adamı cinayete teşebbüsten yargılamış ve
suçlu bulmuş. Aynı yasalarda, kasten bir insanı öldürmeye çalışmanın cezası
belliymiş: Asılarak idam. Adam, boğazını derin kestiği için iyileşmesi belli
bir zaman almış ancak bitmemiş. Ardından idam günü gelmiş ve kendi boğazını
kesmeye çalışan bu adamcağız, insanlığın bilinmeyen bir tarihinde haklarını
devrettiği kurum tarafından boğazına bir ip geçirilerek, tam olarak
iyileşmediği için boğazındaki dikişler, asıldığı sırada patlayarak ve boynu
açılarak orada can vermiş.
Biz de seyretmişiz.
İnanılmaz vurucu! Devletin köşelerinde neler oluyor? Meşru anomali hakkımız gerçekten meşru mu? Ya insan ırkı sanıldığı kadar akıllı değilse?
YanıtlaSilİnsanın akıllı olduğuna dair bilgisi çevresinde akılsız gördükleri üzerinden tanımlanır ki, kendisini karşıtı üzerinden tanımlayan her şey iktidardır ya da ona göz kırpar. Dolayısıyla insana dair bu özcü ve onun akıllı olduğuna dair bütün yargılarımız esasen oldukça hastalıklıdır.
YanıtlaSilKaldı ki hiç bir hak, hiç bir canlıya bir diğerine zulmetme rahatlığını vermez. Kısaca insanlığın ben ta içine sıçayım.
Not: Bu arada başlığa "Siktiğimin Devleti" yazmayacaktım. Zira çok heteroseksist bir ifade. Ama "Fucking State" de başka türlü çevrilmiyor, yani ağzı bu kadar doldurmuyor. O yüzden de ayrıca özür dilerim. Yazarken çok sinirliydim.