"Başarısızlık,
en büyük modern tabusu. Başarıya ulaşma reçeteleriyle dolu olan popüler
kitaplar, başarısızlıkla baş etme konusunda büyük ölçüde sessiz. Kişinin
başarısızlıkla yüzleşmesi ve başarısızlığa yaşam öyküsünde yer vermesi
meselesi, bizi için için kemiren, ama başkalarıyla nadiren tartıştığımız bir
konu. Bunu yapmak yerine klişelere sığınıyoruz: Yoksulların haklarını savunan
kesimler bile, ‘Başarısız oldum’ sözündeki yakınmayı gidermek için, ‘Hayır,
başarısız olmadın; sen bir kurbansın’ gibi sözde rahatlatıcı bir karşılık
veriyor. Açık açık konuşmaktan korktuğumuz her konuda olduğu gibi, bu durum da,
içimizdeki obsesyonu ve utancı daha da şiddetlendiriyor. Kişinin zihninde
yankılanan ‘yeterince iyi değilim’ düşüncesiyle değişmeden kalıyor."
Richard Sennett, Karakter
Aşınması.
Hepimiz,
en azından hemen hemen hepimiz sosyal ilişkilerimizde façayı bozmamaya, karızmayı
çizdirmemeye gayret ederiz. Bize bugüne kadar yaşam kuyruğu dik tutmak için ne
olduğumuzun veya ne olmakta olduğumuzun değil nasıl göründüğümüzün önemli
olduğunu öğretmiştir. O yüzden birçok yerde kendimizi tanıtma / pazarlama
faaliyetlerine girişiriz. Yani olduğumuz -düzelltiyorum olmakta olduğumuz- gibi
değil başka türlü görünmeye, düşündüğümüzü veya inandığımızı söylemek yerine “mış”
gibi yapmaya kalkarız.
Üç
aşağı beş yukarı herkesin maruz kaldığı bu durumla mücadelede bazılarımız
kendine "yakınlar" seçer ve yakınlarla geçirdiği vakitte bu
tanıtım/pazarlama işini bir kenara bırakır. Bazıları sadece yabancılarla
konuşur. Bazılarıysa Kuyruğudiktutan gibi oynadığı oyuna kendini fena kaptırır.
Kuyruğudiktutan’a
nasıl olduğunu sorduğunuz da hiç bir zaman bok gibiyim, çok kötüyüm diye bir
yanıt alamazsınız. O her daim iyidir, ara sıra ufak tefek sorunları olur ama
atlatılamayacak üzerinden gelinemeyecek şeyler değildir. Bir çok konu da
iyidir. Bunlardan biri mütevazılık da olabilir. Dört dörtlük değildir. Çünkü
bilir ki, kimse dört dörtlük değildir ama yine iyidir. Mutlu olmayabilir ama
mutsuz kesinlikle değildir. Olsa olsa bu aralar halinden pek memnun değildir.
Hep ölçülüdür, sinirinden kudurmaz, orta yerde ağlamaz. Kolay kolay yaptığı bir
şey yüzünden pişman olmaz hatta pişman olmaz. Biraz önce de söylediğim gibi
aslında bu bir imaj çalışmasıdır. Zaaflarından, zayıflıklarından, başarısızlıklarından bahsetmek, kişiyi karşısındakine göre daha
kırılgan daha güçsüz bir konuma iter. İşte onun tahammül edemediği konum da
budur. Her zaman her yerde güçlü görünmeye, zaaflarını, komplekslerini çaktırmamaya
gayret eder. Bütün acılarını, dertlerini kendisiyle paylaşır. Bu yüzden de -çok
klişe olacak ama- Kuyruğudiktutanın çevresi ne kadar kalabalık olursa olsun o
yalnızdır. Kurduğu her yakınlaşma bir ezen, ezilen ilişkisine dönüşebilir ve
onun ezilen olmaya hiç niyeti yoktur. O halde ne gerek vardır, sırlarını,
acılarını, dertlerini, sapkınlıklarını, başarısızlıklarını başkalarıyla
paylaşmaya, boşu boşuna onların eline koz vermeye.
Kuyruğudiktutan’ın
oynadığı bu oyun onu yalnızlaştırmış olsa da avunacak pek çok şeye sahiptir.
Bir kere oynadığı bu oyunda kazandığı ustalık onu iş hayatında da, sevgili
hayatında da "başarıya" götürür çünkü o ne olursa olsun güçlü görünür
ve insanlar –en azından günümüzde- gücü
sever. Güçlünün yanında olmak, onları da güçlü yapar adeta. Hem kim ister ki,
sıkıcı ve boktan hayatlarımızı dertleriyle sıkacak birini, bize "her şeyin
yolunda" olduğunu hissettirecek, sıkmayacak eğlendirecek; üzmeyecek
güldürecek birileri lazımdır.
Sonuç
olarak Kuyruğudiktutan'ın tüm ilişkileri belli bir sınır, hatta yüzey üstünde
gerçekleşir. Sağa, sola; ileri, geri haraket eder. Ama hiç bir zaman aşağı ve
yukarı haraket etmez. Kurduğu ilişkilerde yaşadığı bu derinlik kaybı,
Kuyruğudiktutan’ın benliğine derin yaralar açar mı bilmem ama bana öyle geliyor
ki içinde bulunduğumuz devir Kuyruğudiktutanın devridir.