Yemekler bir kentin ruhuna dair izler taşıyıp okumasını bilene o kenti anlatırken Ankara’yı hangi yemeği anlatabilir. Şöyle düşündüğünüzde Ankara’ya dair özel bir yemek adı gelmez, bazlama arası kaşar ve salam anlatabilir belki Ankara’yı, biraz zorlama biraz eklektik.
Saraya karşı, sarayın anlamlarını bünyesine toplamak için kurulan adalet saraylarının adaleti kaybolmuş ve geriye sadece saray kalmıştı. Kapalı kapılar arkasında saraydan saraya dönüşümün en sert yaşandığı bu kentte zihnim her iki sarayında yok saydığı bir kadının hikayesiyle doluydu, Dersim’in kayıp kadını…
Dersim’in bir köyünde başlar hikaye, geç doğum yapmış ve bu gecikme nedeniyle üstüne kuma gelmiş bir kadının kızıdır “kaybımız”, daha yeni yeni adım atmayı öğrenirken kaybeder annesini. Belki bu nedenle yürümekle beraber öğrenir sürünmeyi. Kadınlar arası güç ilişkisinin yeni doğan kurbanıdır, belki de yanlış vajinadan çıkmış bir atıktır, daha yeni yeni kullanılmaya başlanan…
Gri duvarların gölgesinde hafiften sidik kokuyordu, kanalizasyonlar da patlamamıştı oysa, şalvar altına topukluyla yürümeye çalışan kadını izlerken ilk Ankara valisini arıyordu gözlerim, Kızılay’da teras katında bir kafe ve kafede oturan iki kadın ve bir hıyar, hemen hemen her kafede görebileceğiniz manzara. Çocukluğa dair anılarda paylaşılan, farklı kentlerde yaşanılan benzer anılar, benzer oturma odası tarzları benzer doğum günü kutlamaları, Ankara anlatıyordu benzerliklerimizin nedenlerini. Ya o diyordum içimden ya o yaşamış mıydı doğumuna dair herhangi bir kutlama…
Hep ötekileri yaratırız ve kutsal biz ise murdar onlardır bir nevi ve Dersim’in bu köyünün murdarı çingenelerdir. Daha ilk başta yanlış vajinadan çıkmıştır ya kaybımız, ilk fırsatta evden gönderilmesi gerekir. Kahramanımız daha on dördünde bir çingeneye gelin gitmez, bildiğin satılır. Piyasa değeri ne kadar düşükse hor kullanılmaya açıktır ya bir mal, kayıp kadınımızın da piyasa değeri oldukça düşüktür.
Dersim’de başlar hikaye ve bu satın almayla beraber İstanbul perdesi açılır. Suları bile olmayan bir gecekondu mahallesindedir kahramanımız, evlendikten bir sene sonra doğan oğlu ve ayyaş bir kocanın dayakları arasında geçen bir sene, arada gidilen temizlikler ve diğerlerinin yaşamı. O diğerleri yaşamın sağlı sollu olduğu zamanlar ve yüze inen sağlı sollu yumruklar arasında doğan ikinci erkek çocuk. Artık büyümüştür illegal satılabilirlikten legal satılabilir yaşa girmiştir ve artık bu sefer kocası tarafından on sekiz yaşında pavyona satılır.
Eskiye dair bir anı anlatılıyordu dostum Kızılay’daki teras katında, daha altı yaşındayken ailesinden kaçak başvurduğu yerel bir televizyon kanalında oynanacak bir piyese oyuncu seçmelerinin hikayesidir bu. Pamuk prenses ve yedi cüceler piyesinde prenses rolünü oynayacağını sanırken cücelerden biri olan bir çocuğun hikayesi. Ne prensestik bu yaşamda ne de prens, belki bazı yaşamlarda kahramandık fakat çoğu yaşamda figüran. Bir fotoğraf makinasıyla oynarken gerilmişti karşı masada ki bir kadın, ne de olsa gergin bir kentti burası, gri binaların kapalı kapılar arasında fişlemelerin, ayak oyunlarının, yalakalığın en fazla olduğu kent. Prens Sabahattin’i haklı çıkarıyordu zaman.
Küçük bir pavyonda masaların mezesioluyordu artık, o an muhabbeti tüketiliyor ve unutuluyordu. Unutulan bir figürandı fakat belki de bir çok ailenin dağılmasında adı sanı bilinmeyen kahraman. Fakat birisinin hayatının merkezine oturmaya başlamıştı, İstanbul’a hukuk okumaya gelmiş hukuksuzluğu göstermek istediğinde hapse girmiş ve hapisten çıktığında aynı pavyonda fedailiğe başlayan bir adamın… Sevmiştir kayıp kadınımızı, feministler istediğini düşünebilirler fakat o sahiplenmek istemişti. Biraz kaba kuvvet biraz para, çıkarmasına yetmiştir pavyondan, kadının kocasından boşanma işlemleri kalmıştır geriye. Fakat istemez kocası boşanmak, verdiği başlığı ister kadının çalışmasından eve getirdiği parayı, kısaca para ister, gene bir alış verişin nesnesi olmuştur kadın. Kendi üzerinden dönen pazarlıkların kurbanı. Bir kızı olur arada ama çıkartamaz kimliği. Gri duvarların haberi yoktur derme çatma küçük evde yaşanılanlardan, her şeyden habersiz bir göz dünyaya gelir tek göz oda da, bir sene sonra bir göz daha…
Çevremdeki gözleri izliyordum teras katında, arada bir Kızılay’ı. Çevredeki mekan isimlerine odaklanıyordum arada, herhangi bir ilde görebileceğiniz mekanlar, ne özel bir içecek ne de olağanüstü tasarım. İsimlere ve içeriklere odaklandıkça başarılı oldu mu ilk Ankara valisi diye düşünüyordum. Acaba amaçlanan bu sığlık mıydı, tekdüzelik, anlamsızlık…
Yeni bir şehre taşınmak başlatır mı yeni bir yaşamı, izleri silinebilir mi geçmişin. İçimizdeki sıkıntıdır bu ne zaman darlansak bir ilden, bir yaşamdan başka şehirlere kaçmak isteriz. Kayıp kadınımızın ve fedaimizin de isteği buydu aslında, çocuklarıyla birlikte basit bir yaşam. İzmir’di yeni adresleri, fedaimiz basmahanede iş de bulmuştur, İzmir şartlarına göre iyi kazanıyordur, çocuk sayısı beşe çıkar ve en büyük kızlarının artık okula başlama yaşı gelmiştir. Hala boşanamamıştır kayıp kadınımız fedaimiz defalarca para verse de kocasına. Çocuklar nüfus kayıtsızdır, bürokrasinin kayıtlarında işaretlenmesi gereken şıklara dönüşmemişlerdir ama yaşayabilmeleri için şıklara dönüşmeleri gerekmektedir. Son bir bastırmayla kabul eder kocası boşanmayı, yıllar süren bir karmaşa çözümlenir. Kadın oğlanlarından söz etmez bir daha ama belki hatırladığında üzüldüğü için belki de fedaiden önceki yaşamını hiçbir şekilde hatırlamak istemediğinden…
Kızılay sokaklarındaydık artık. Ankara’da görüşülen iki arkadaşla vedalaşma zamanı yaklaşırken defalarca yıkılıp giden her zaman ele geçirilmek istenen gri binalara odaklanırken bir yanda bir şeyleri anlatmaya çalışan eski bir kale tüm ihtişamıyla oradaydı; tarihi bir kale manzarasında ele geçirilmeye çalışılan ve ele geçirmeye çalışırken unutulan yaşamlar.
O yaşamlardan biriydi kaybımız aradan yıllar geçmişti kızları büyümüştü en büyüğü on altı yaşına girmişti, daha kırkında bile değildi ama ne olduğunu bile anlamadan küçük oturma odasında göğsünde bir baskı hissetti, ne olduğunu pek de anlamadı, nefes alamıyordu, hafiften elleri titriyordu. Dersim’in bir köyünde başlayan yaşam İzmir’in gecekondusunda sona ermişti. Bir nefesti sadece diğer hikayesi bilinmeyen binlerce nefes gibi, mezarı İzmir’dedir, yılda kaç defa gidilir kaç defa ziyaret edilir bilinmez, varlığını bile bilmeyen gri binalar iki metre karelik bir mekanı bile satmıştı fedaiye, kaybımızın cesedi de bir pazarlığın nesnesi olmuştu. Belki Cemevi’nde değil de camide yıkanılacak olanlardan olsaydı kayıp denilmezdi arkasından, belki insanlarla anlaşabilmek için Kürtçe değil de Türkçe konuşsaydı gri duvarlar duyabilirdi o çocuk sesini…
Ölümünden sonrası…
Ölümünden bir yıl sonra en büyük kızı Ege Üniversitesi Tıp bölümünü kazandı.
İki sene sonra fedai kalp krizinden öldü.
Beş kız kardeşin en büyük iki kız kardeşi diğer kardeşlerini büyütebilmek için hem çalıştılar hem de üniversite eğitimlerini bitirdiler.
Beş kız kardeş ve iki erkek kardeş yıllar sonra birbirlerini buldular.
Hikayenin en ironik kısmı ise aradan geçen yıllardan sonra kaybımızın kızlarının şu an gri binalardaki sidik yarışının içeresindeki memurlardan olmasıdır.