İki sevdiğim yazardan iki cümlenin altına imzamızı atarak başlayalım yazıya, “Futbolseverlerin ramazan ayı başlıyor” ve elbette “Ben bir futbol dilencisiyim”
Tanıl Bora ve Eduardo Galeano’nun benim düşüncelerimi özetleyen sözleriyle heyecanımın arttığını fark edebiliyorsunuzdur. Yalnızca 1 gün kaldı ilk maçın başlamasına. Beni sevindiren ise ilk maçı 86 yılından beri (tam anlamıyla hatırladığım ilk dünya kupasıdır) tuttuğum Meksika’nın oynayacak olması.
Bu kısa tanıtımdan sonra neden bu yazıyı yazmaya karar verdiğimi anlatayım. Arkadaşlar arasında işi şahsi şova dökmeden ve kumara bağlamadan tahmin oyunları oynuyoruz. Gruplardan çıkacak takımları, skorları ve hatta şampiyonu tahmin edip puan kazanarak birbirimizi güldürmeye çalışıyoruz. Kazanmak gibi bir hırsımız olmasa da doğru tahminleri yapabilmek suretiyle bir anlamda futbol bilgimizi ölçüyoruz. İşte burada bir problem ortaya çıkıyor. Ne kadar futbol bilirsek bilelim bazı dinamikleri hesaba katmazsak kadroları ve teknik ekibi bilmemiz hiçbir işe yaramıyor. Kastettiğim futbolun, topun, sahanın, hava koşullarının dışında gelişen dinamikler…
Örneğin, ev sahibi takımın her zaman bir avantajı vardır. Bu avantaj seyirci desteği ile sınırlı kalması gerekirken hakemin seyirci baskısından etkileneceği görüşü de egemendir. Neden ki? Hakem çılgınca bağıran (bu turnuva için vuvuzela çalan) seyircilerin etkisinde kalacak kadar basiretsiz mi? Diyelim ki öyle. Ama bazı örnekler ev sahibi takım avantajının FIFA denen kurum tarafından özellikle gerçekleştirildiğini gösteriyor. En büyük ve yakın örneklerden biri de 2002 Dünya Kupasında ev sahiplerinden biri olan Güney Kore’nin İtalya ve İspanya ile oynadığı maçlar. İkisi de katıldığı her turnuvanın favorilerinden olan iki takım ev sahibi karşısında hakem tarafından linç ediliyordu. İsteyenler Youtube’a “Dirty Korea” yazarak maçları izleyebilirler (hala DNS ayarlarını yapmamış okuyucularımız için geliyor; Mazide Hoş Bir Sada İdin).
Bu durumun stadın dolmasıyla hiçbir alakası yok. Hangi iki takım oynarsa oynasın dünya kupası maçlarında stadyum dolar. Bu nümayişi kaçırmak istemeyen milyonlar akıyor turnuvanın düzenlendiği mekana çünkü. Öte yandan kafamdaki sebep ilişkisi şu: FIFA turnuvayı bir ülkeye verirken karşılığında bir şeyler istiyor. Turnuvayı düzenleyecek takım bazı kıstasları yerine getiriyor (stadyum, alt yapı, konaklama, ulaşım vs.), bu arada turnuvayı almak için kulisler düzenliyor (çünkü turnuvayı almak çok ciddi bir fayda sağlıyor ülkeye ve ülke futboluna), bazı kişilerin bazı isteklerine de çözüm buluyor. Bu gibi durumlarda “Hafız bizim takım kazaya kurban gitmez değil mi?” sorusu soruluyorsa…
Tanıl Bora ve Eduardo Galeano’nun benim düşüncelerimi özetleyen sözleriyle heyecanımın arttığını fark edebiliyorsunuzdur. Yalnızca 1 gün kaldı ilk maçın başlamasına. Beni sevindiren ise ilk maçı 86 yılından beri (tam anlamıyla hatırladığım ilk dünya kupasıdır) tuttuğum Meksika’nın oynayacak olması.
Bu kısa tanıtımdan sonra neden bu yazıyı yazmaya karar verdiğimi anlatayım. Arkadaşlar arasında işi şahsi şova dökmeden ve kumara bağlamadan tahmin oyunları oynuyoruz. Gruplardan çıkacak takımları, skorları ve hatta şampiyonu tahmin edip puan kazanarak birbirimizi güldürmeye çalışıyoruz. Kazanmak gibi bir hırsımız olmasa da doğru tahminleri yapabilmek suretiyle bir anlamda futbol bilgimizi ölçüyoruz. İşte burada bir problem ortaya çıkıyor. Ne kadar futbol bilirsek bilelim bazı dinamikleri hesaba katmazsak kadroları ve teknik ekibi bilmemiz hiçbir işe yaramıyor. Kastettiğim futbolun, topun, sahanın, hava koşullarının dışında gelişen dinamikler…
Örneğin, ev sahibi takımın her zaman bir avantajı vardır. Bu avantaj seyirci desteği ile sınırlı kalması gerekirken hakemin seyirci baskısından etkileneceği görüşü de egemendir. Neden ki? Hakem çılgınca bağıran (bu turnuva için vuvuzela çalan) seyircilerin etkisinde kalacak kadar basiretsiz mi? Diyelim ki öyle. Ama bazı örnekler ev sahibi takım avantajının FIFA denen kurum tarafından özellikle gerçekleştirildiğini gösteriyor. En büyük ve yakın örneklerden biri de 2002 Dünya Kupasında ev sahiplerinden biri olan Güney Kore’nin İtalya ve İspanya ile oynadığı maçlar. İkisi de katıldığı her turnuvanın favorilerinden olan iki takım ev sahibi karşısında hakem tarafından linç ediliyordu. İsteyenler Youtube’a “Dirty Korea” yazarak maçları izleyebilirler (hala DNS ayarlarını yapmamış okuyucularımız için geliyor; Mazide Hoş Bir Sada İdin).
Bu durumun stadın dolmasıyla hiçbir alakası yok. Hangi iki takım oynarsa oynasın dünya kupası maçlarında stadyum dolar. Bu nümayişi kaçırmak istemeyen milyonlar akıyor turnuvanın düzenlendiği mekana çünkü. Öte yandan kafamdaki sebep ilişkisi şu: FIFA turnuvayı bir ülkeye verirken karşılığında bir şeyler istiyor. Turnuvayı düzenleyecek takım bazı kıstasları yerine getiriyor (stadyum, alt yapı, konaklama, ulaşım vs.), bu arada turnuvayı almak için kulisler düzenliyor (çünkü turnuvayı almak çok ciddi bir fayda sağlıyor ülkeye ve ülke futboluna), bazı kişilerin bazı isteklerine de çözüm buluyor. Bu gibi durumlarda “Hafız bizim takım kazaya kurban gitmez değil mi?” sorusu soruluyorsa…