Yüzyıllardır filozofundan yogisine, spiritüelinden din adamına "yok insan böyledir yok şöyledir" diyerek beynimizi yediniz. Benzetmediğiniz hayvan, börtü böcek kalmadı. Bir rahat vermediniz. Yetmedi ikiye böldünüz, bilinç ve beden diye ayırdınız. O da yetmedi, dur işleri daha fazla karıştıralım, kimse ne dediğimizi anlamasın deyip, bir de başımıza bilincin yönelimsellik (intentionalité) ilkesini çıkardınız. Ego mego, ben men yok büyük-harfle-yazılan-ben (bknz. Ben) derken, insan ne olduğunu unuttu; "yerler insanın ne olduğunu neysek oyuz işte" dedi ve uzaklaştı.
Halbuki hakikat göründüğünden daha basitti (dikkat: bu cümle görüngülerle özlerin bir olduğunu iddia etmiyor) : insan alışan bir varlıktır. İnsan herşeye her koşulda alışır. Sıcağa, soğuğa, yalana, acıya, hazza, ezmeye ezilmeye, çakallığa kurtluğa, lükse sefalete, kuzu tandıra veya poğacaya.
Ancak alıştıklarının alışkanlığa dönüşmesi ayrı meseledir. Alıştıklarımızı muhafaza etme isteği ve çabası tutuculuktur. Bu bağlamda insan budur şudur demek (tabii ki insan alışan hayvandır dışında) tutuculuktur. Ne bir eksik ne bir fazla tam anlamıyla tutuculuk.
Şimdi soracak olursanız nasıl her türlü insan üzerine yapılan önerme senin eleştirine hedef oluyor da bir seninki olmuyor diye cevabım şudur: "insan alışan hayvandır" önermesi insan ne o dur ne budur hem odur hem budur kadar kaypak bir önermedir dolayısıyla insan kurttur, politik hayvandır gibisinden önermelerle aynı eküriden değildir. Bir kere içinde zaman mefhumu, değişim idesi vardır. Diğerleri sabittir, dün bugün yarın insan ne ise odur onlar için. Ancak can alıcı soru şudur: bir gün insan alışmamaya alışabilir mi? (kendi kendini olumsuzlama dedikleri bu mu?) Cevap evet ise benim bu insan tahayyülüm, diğerlerinden farklı olmak bakımından galip gelir. Aksi taktirde diğerlerinden bir farkı kalmaz yalan olur.