Ekip toplanmış, muhabbete dalınmıştı. Yavaş yavaş projeler, sıkıntılar, çelişkiler dökülmeye başlamıştı. Ama ekibe yeni girmiş bir zibidi lafa daldı. Sesinde en ufak bir anlama gayreti olmadan, hunharca söyleyiverdi o sözleri: “abi kasma ya -s'yi bastırarak- içinden ne geliyorsa onu yap”.
Sözün muhatabı durdu ve düşündü: “lan benim içimden ne geliyor?” Bunu sorduğunda muhabbet çoktan 'fatih terim ingilizcesi'ne kaymıştı. Dolayısıyla orada burada, yerli yersiz “kalbinin sesini dinle!... hayat kısa içinden ne geliyorsa onu yap” gibi teranelerle kendilerini ve çevrelerindekilerin aptallaştıran bu çakma-gönül-adamlarına sormak istediklerini o masada soramadı... Sorabilseydi muhtemelen sorular söyle olacaktı:
• Senin kalp, can, iç deyipte doğru düzgün tarif edemediğin şey esasen nedir? Bi deyiver yeğenim. Duygu mu?, Arzu mu?, ne ? Her ne ise o şey senin çevrenden, ait olduğun sınıftan, izlediğin mtv kliplerinden etkilenmiyor mu?
• İçimden gelen dediğin şeyin tam olarak nerenden geldiğini nasıl anlıyorsun? Hadi anladın nasıl emin olabiliyorsun?
• Kalbinin, kapasitenin veya gerçeğin ötesinde bir şeyler istediği olmuyor mu? Bu kadar mı fakir senin kalbin?
• Kalbinden çıkan sesler hiçbir zaman çelişmiyor mu?
• Haydi diyelim senin kalbinden çıkanlar ne çelişiyor, ne gerçeküstü hayallere kapılıyor, ne de beyninden ve çevreden etkileniyor; şüphe edemeyeceğin bir şekilde senin ve çevren için iyi olanı sana buyuruyor. Bir dur da düşün bakalım 'iyi' dediğin şeyin bilgisine sahip olmak bu kadar kolay mı?
• Tüm muhabbetleri şu anlamsız laflarla son buldurmaktan nasıl bir keyif alıyorsun?
• Kalbimden sana ana avrat küfretmek geliyor meşru mu?
• Bu kadar muğlak, bu kadar yuvarlak, bu kadar anlamsız bir laf etmek için harcadığın efora değer mi be yavrum? Sussan daha iyi değil mi?
• Hafta da en az 3 kere “kalbinin sesini dinle” diyorsun millete, çok yeni, çok matah bir şeyler söylermiş gibi, ama şu sorulardan bir tanesini kendine sormayı bir kez olsun akıl edemiyor musun?
Sözün muhatabı durdu ve düşündü: “lan benim içimden ne geliyor?” Bunu sorduğunda muhabbet çoktan 'fatih terim ingilizcesi'ne kaymıştı. Dolayısıyla orada burada, yerli yersiz “kalbinin sesini dinle!... hayat kısa içinden ne geliyorsa onu yap” gibi teranelerle kendilerini ve çevrelerindekilerin aptallaştıran bu çakma-gönül-adamlarına sormak istediklerini o masada soramadı... Sorabilseydi muhtemelen sorular söyle olacaktı:
• Senin kalp, can, iç deyipte doğru düzgün tarif edemediğin şey esasen nedir? Bi deyiver yeğenim. Duygu mu?, Arzu mu?, ne ? Her ne ise o şey senin çevrenden, ait olduğun sınıftan, izlediğin mtv kliplerinden etkilenmiyor mu?
• İçimden gelen dediğin şeyin tam olarak nerenden geldiğini nasıl anlıyorsun? Hadi anladın nasıl emin olabiliyorsun?
• Kalbinin, kapasitenin veya gerçeğin ötesinde bir şeyler istediği olmuyor mu? Bu kadar mı fakir senin kalbin?
• Kalbinden çıkan sesler hiçbir zaman çelişmiyor mu?
• Haydi diyelim senin kalbinden çıkanlar ne çelişiyor, ne gerçeküstü hayallere kapılıyor, ne de beyninden ve çevreden etkileniyor; şüphe edemeyeceğin bir şekilde senin ve çevren için iyi olanı sana buyuruyor. Bir dur da düşün bakalım 'iyi' dediğin şeyin bilgisine sahip olmak bu kadar kolay mı?
• Tüm muhabbetleri şu anlamsız laflarla son buldurmaktan nasıl bir keyif alıyorsun?
• Kalbimden sana ana avrat küfretmek geliyor meşru mu?
• Bu kadar muğlak, bu kadar yuvarlak, bu kadar anlamsız bir laf etmek için harcadığın efora değer mi be yavrum? Sussan daha iyi değil mi?
• Hafta da en az 3 kere “kalbinin sesini dinle” diyorsun millete, çok yeni, çok matah bir şeyler söylermiş gibi, ama şu sorulardan bir tanesini kendine sormayı bir kez olsun akıl edemiyor musun?