Vakti zamanında felsefe derslerinde Kirenelilerin haz felsefesi örneklendirilirken tıka basa yiyip içtikten sonra yenilerine hemen yer açmak için sağa sola kustukları anlatılırdı. Kaynaklarda Epikuros’un da köleler tarafından hazırlanan zengin sofralarda gün boyu yan gelip yattığı ve ha bire kustuğu rivayet edilir. Rivayetlerin aslı var mıdır bilmiyorum, ancak hazzın dinamiği olarak kullanılmasından günümüzde anoreksik mankenlerin kilo almamak için kusmalarına düşünsel bir dönüşümden bahsedebiliriz.
Ortacağ’da karnavallarla özdeşleşerek ve lanet belirtisi olarak toplumdan dışlanmasından bugün thinspration felsefesinin “ideal beden”inde sosyal kabul görmeye.
Burada meseleyi “baş ağrısı-bulantı-kusma” üçlemesinin ötesinde konuşuyoruz. Yani yalnızca gastrointestinal değil felsefi ve sosyolojik açılardan kusmanın irdelenebileceği ışığında.
Yeme-içme ile kusma arasındaki kurulabilecek düşünsel bağın güzergahından yola çıkarak ve de kelimelerle biraz oynayarak, doyum ile doyma arasındaki belli belirsiz olan farkı da bu açıdan uyarlayabiliriz.
Haz alarak yemek ve hazzın aracı olarak kusma -damak tadı gibi kriterlerle nitel olarak ifade edilebilen-
Doymak için yemek ve ideal beden için kusma -kilo alma gibi kriterlerle nicel olarak ifade edilebilen-
Doyum girdiyi gözeten nitel bir süreç, doyma çıktıyı gözeten nicel bir nokta. Bir matris çarpımı yaptığımızda; doyum meşhur piyazını yediğimiz lokantanın ismi, doyma ise şimdi onlar düşünsün halidir.
Devam ederek; yemek sonrası insanların hal ve vaziyetlerini de genel bir soyutlamayla girdi-çıktı ilişkisi temelinde inceleyebiliriz. Yemeği girdiler üzerinden yani doğrudan doğruya yediği yemeğin bütünü ve bileşenleri üzerinden değerlendirenler ile yemeği bünyedeki etkileri üzerinden değerlendirenler.
Bu iki eğilimden hangisine ağırlık verdiğimiz yemekle olan ilişkimizi netleştirecektir.
Girdiciler, yemek çok lezzetliydi, şu an ağzımda çok müthiş bir tat var, yanında şu da olsa daha güzel olurdu, acısı fazla olmuş, tam istediğim gibi pişmiş gibi damak tadını ön plana çıkaran ifadeleri sıklıkla kullanırken; çıktıcılardan, öff amma gaz yaptı, ağırlık çöktü, yerken iyi de acısı sonradan fena çıkıyor, midem yanıyor, soda yok mu soda, daha dün aldık bir kasa ne zaman bitti gibi şeyler işitirsiniz.
Çıktıcılar yeme-içme konusunda belli bir ölçü ve uyum gözetmeksizin doyma noktasına odaklanır ve çoğu zaman onu aşarlar. Bu aşkın hal sebebiyle fazlasıyla samimi ve doğaldırlar. “Akşam nasıl yediysem artık kıvrana kıvrana sabah tuvalete koştum nasıl ishal olmuşum nasıl çıkarıyorum bir görsen” gibi derinlikli tasvirlerle bizim olayı bütün yönleriyle birebir yaşamamız, dertleriyle empati kurmamız için çaba gösterirler.
Girdiciler ise doyuma odaklansa da afili bir mekanda yediği beş para etmez fabrikasyon makarna için “hımm, içindeki soslar derinlik katmış” gibi bence gayet samimiyetsiz olan söylemler içinde hırpalanmaktadır. Üstüne bir de yemeğin rengine göre şarabın rengi gibi anaokulu renk oyunları bilgisi düzeyinde uzman bilgisini konuşturanları hiç çekilmez.
Aslında her iki eğilim de kendi çapında uzmanlık bilgisini işletmeye çalışır. Önemli olan ise yeme-kusma, doyum-doyma ve girdi-çıktı gibi ikiliklerle kategorize ederek incelediğimiz formlarda bu bilginin nasıl üretildiği ve dolaşıma girdiği.
Sonuçta, yiyip içerek ve çıkararak bir doğal döngüye devam ediyoruz, ancak ne yediğimizi ve nasıl çıkardığımızı sosyal boyutta biçimlendirerek.
Kimse açlıkla terbiye olmasın temennisi eşliğinde, güzelce yiyelim içelim, yiyelim içelim güzelleşelim.
image source:
1-eyesofrome.com/curiosities/feasting-roman-style
2-leeds.ac.uk/arts/images/medieval_vomit.jpg
'Ostentatious!' -NY Times
YanıtlaSilGerçekten inanamadım. Uzun süredir olmadığı bir yazıya Fransız kaldım. Belki sosyoloji terimlerini çok iyi bilmem ancak yine de yeme sosyolojisi olunca, bu denli olmasına şok oldum.
YanıtlaSil