Dedik ya sıkıcı konudur aşk, yazması da konuşması da sıkıcı. Küçük bir pazar yerinde “Bu herifi aldın mı?” sorusuyla afallamaktır bir nevi. “Karılar Pazarı”dır burası satıcıların tamamının müşterilerin ise büyük çoğunluğunun kadınların oluştuğu, Bartın köylerinde yetişen ürünlerin satıldığı pazar. “Bu herifi aldın mı” afallamasının arkasından “Sadece yangının mı?” sorusuyla da karşılaşırsın, çiçekli basmalı kadınlar iki soruyla; hiç çıkmadıkları büyük kentten Anadolu’ya, Anadolu kadınına, feminizme dair nutuk çekenlere hafif yollu ders veriyorlardır bir nevi.
Pazarda basit bir peynir alış verişi yaparken, genç bir satıcı kadının öfkeli bakışlarına da rastlayabilirsin, belki de hafif yollu azarda yiyebilirsin. Hiç anlamadığın bu tepkinin kodları basittir aslında, genç kadının “görüştüğü” gelmemiştir ve görememiştir o gün O'nu. Pazarda teorinin dışına çıkmıştır ve çıkmakla kalmayıp sana nanik yapıyordur yaşam, kadının bakışları ezberinde olmayan bir iletişim ağının yol bilmeyen acemisi olduğunu anlatmış; sebzelere dair ise “acaba organik mi?” sorusunu zihninin bir köşesinden kaydırıp çoktan uzaklaştırmıştır.
Pazar alışverişinden sonra markete de uğramak isteyebilirsin, orta alt gelir grubuna hitap eden marketlere doludur pazarın çevresi. Zincir marketlerden bir tanesine girmek istersin fakat girmekte zorlanırsın. Ya L biçimde konumlanmış itilerek açılan iki kapı karşılar seni ya da itilerek açılan kapıdan sonra bir turnike. İlk başta saçma gelir marketin bu uygulaması, "Basit sensörlü bir kapı niye koymamışlar" sorusunu sorarsın kendine. Cevap aslında tam da elinde tuttuğun pazar poşetlerinde gizlidir. Kapıların konumu elinde poşetlerle girmemen için tasarlanmıştır, hem güvenlik maliyetini azaltıyordur firma hem de elin boş gezerek daha fazla ürün almanı sağlıyordur. Marketin içinde dolaşırken; birbirine yakın, az hareket alanı bırakan raflardan hızlıca bir şeyler alıp çıkmak istersin ve kasanın arkasında ki geniş alan ve sensörlü kapı seni marketten olabildiğince hızlı çıkarmak için bekler. Hızla çık ki tüketim bandına yeni kurbanını koyabilsin devasa ağ. Pazardaki gibi sözlerle yaşanan afallama yoktur burada aslında söz de yoktur, mekanın tasarımcısı konuşmasa da sana istediğini yaptırıyordur.
Ne pazar ne de market alış verişi yapmak yerine, hep kitaplarda okuduğun 90-91 yürüyüşünün ilk başladığı noktalardan birine yani Amasra’ya gitmek ve orada tarihin içinde küçük bir çay molası vermek isteyebilirsin. Amasra'ya giderken arabanın üstünden geçtiği köprüyü yıkılmadan ayakta tutanın tavuk yumurtasının akı olması o anki bakışından uzağa düşebilir fakat ayağını bastığın toprağın yorgunluğunu arabadan iner inmez hissedersin. Sen bir isyanın izini ararken “Lala Lala Çeşme-i Cihan Bu mu Ola?” cümlesi daha adımını atar atmaz karşılar seni, yöresel el oyması ürünlerin satıldığı Çekiciler Çarşısında adımlarken de başka bir bir tuhaflık sezersin. Bir tuhaflık tarihin, el işinin içine dalmanı engelliyordur, beğendiğin bir el oymasını incelemek için eline alırsın ve altında, köşesinde bir yerlerde “ Made in China” yazar. Geç kalmışındır hem de çok geç; belki bir eve girsen yaşlı bir teyzeden anılarını paylaşmasını isteyebilirsin, bu seferde çaldığın kapı açılır açılmaz karşında ki teyzeden “Hoş geldin, sefa getirdin, ne zaman geldin ne zaman gideceksin” ezgisini dinlersin, daha içeri davet edilmeden ne zaman gideceğinin sorulması garibine gider, pazarda yaşanılan afallamayı tersten yaşarsın.
Tuhaf bir bölgededir adımladığın yerler, en baştan kabul etmek gerekir. Belki de kartpostallarda gördüğün ahşap evlerin içlerini görmek istersin. Ahşap evin romantizmini aramak için bir kapıyı tıklarsın, “Yeşilçam filmlerinde gördüğüm sıcaklık burada mı?” diye sorarsın. Sürekli yangın tehlikesinin korkusu sıcak yapar ortamı tabi ki, tahta kurularının nereden geldiği belli olmayan seslerin de ise Paul Mauriat’dan Le Peintre Des Etoiles dinleyebilirsin, iç gıcıklayıcı, kayboluşu, çöküşü hissettiren ezgiyi. Ev sahibinden evin bakımının ve temizliğinin ne kadar zor olduğuna dair haykırışları ise şarkının olmayan sözlerine eşlik eder.
Aşk, en baştan dedik ya sıkıcı konuydu hani; bilmediğin bir iletişim ağının kodlarını çözmektir bir nevi, bu ağ hem zincir marketlerin üretimidir hem de tarihin ezgisi. Kitaplardakini ararsan taklitle karşılaşırsın, uzak diyarlarda üretilip ısıtılıp ısıtılıp sana satılanla. Eski filmlerde üretilen sıcaklığı arasan beyaz perdenin hiç göstermediği ile karşılaşırsın ;kameranın bakışından uzağa düşen an'la. Bu nedenle Ey Sevgili arayıp arayıp yorma kendini Aşk dediğin nedir ki?
image source: http://modelleri.kadincasayfa.com/wp-content/uploads/Otantik-Tabure-Modelleri.jpg
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Anonim kullanıcı olarak göndereceğiniz yorumlarda mail ya da blog adresi gibi iletişim adreslerinizi belirtmeniz önemle rica olunur.