Rakı şişesinin içine yerleştilirmiş gemiye hemen hemen hepimiz hayretler içersinde bakmışızdır; şişe gemiyi hem koruyor hem de hapsediyor, şişe kırılsa ya da patlasa en fazla gemi zarar görecek. Fakat geminin özgür olabilmesi için de şişenin kırılması gerekiyor. Şişeyle gemi aslında sevişiyor fakat bizim ilk başta düşündüğümüz bu gemiyi şişenin içine nasıl koydukları; acaba parça parça koyup içinde mi birleştirdiler, yoksa şişenin bir bölümünü sonradan mı yaptılar?
Hangi renk ojeyi beğenirsin diye soruyordu telefonda, kırmızı mı pembe mi, hayatımda hiç düşünmediğim bir tercihdi. Bana hemen hemen hepsi aynı geliyordu ama sorunun soruluş tarzı sanki Ortadoğu’daki kanlı hesaplaşmanın çözümü için gerekli anahtar gibiydi; tam ne renk oje sürüp geleceğin sikimde olmaz diyecekken ağzımdan “siyah oje olsun” lafı çıktı. Umursamadığım bir konuda umursamadığım bir tercihte bulunmuştum. Yanımda bir psikanalizci olsa bilinçaltımı merak ederdi fakat insanı yapısal kurgulamayan zihnim o psikanalizciyi yok sayardı. Siyah oldum olası sevdiğim bir renkti, aslında siyahın renk olup olmadığını bile bilmiyordum.
Planımız belliydi alışveriş yapmasında yardım edecektim, birkaç mağaza dolaşacağız ve ben de almak istedikleri hakkında yorum yapacaktım; böyle bir plana nasıl evet dedim hala düşünüyorum; bu kendi kendime attığım bir kazıktı. Fakat ilginç olacağa da benziyordu. Ne kadar yaşadığım an’a küfretsem de benim gibi dengesizler için değişik bir deneyim olacaktı. Buna benzer bir deneyimi bir hafta öncesinde de yaşamıştım; yakın bir arkadaşım beni, hiç girmediğim bir ortama sokacağını ve ortamdan nefret edeceğime ve yarım saat sonra kalkıp gitmek isteyeceğime emin olduğunu söyledikten sonra merak edip teklifi kabul etmiştim. Hangi ortam bu kadar hızlı kendinden soğutabilir diye düşünürken bir cafede bulmuştum kendimi; yaşları 20 ila 25 yaşları arasında değişen yaklaşık onbeş kadın ellerindeki avon katologlarına bakarak oradaki parfümler hakkında içlerinden birisine sorular soruyorlardı. Yanlarındaki saplarda aralarında Fenerbahçe’nin şike soruşturması hakkında birşeyler tartışıyorlardı; tam “nereye düştüm lan ben” diyerek kaçacakken, benim de ilgimi çeken bir şeyle karşılaşmıştım: kremalı muzlu pasta. Cafede kutlanan doğum gününün göbeğine düşmüştüm ve içimden “yarım saat dayanabilirim mutlaka” şeklinde kendimi uğrayacağım tecavüze hazırlıyordum. Masadan bir kadının “erkekle kadın arasında on santim fark olmalı” sesiyle pasta hayalimden uzaklaştım ve kadını incelemeye başladım. “Arkadan bakınca çok uyumlu görülüyor on santim” diyerek düşüncesinin nedenlerini açıklıyordu. “Aaa canım öyle de, birkaç yaş fark da olmalı” diye ekledi karşısındaki kadın; kadınlar erkeklerden daha çabuk olgunlaşıyorlar çünkü diyerek ve bilgiç sırıtması takınarak muhabbette katılımını başarıyla gerçekleştirmişti. Doğum günü sahibinin masanın altından gizlice ayakkabılarını değiştirmesi gülüşmelere yol açmıştı, “dayanamıyorum artık” diyerek gülüşmelere katılıyordu, tam “salakmısın rahatsız ediyorsa neden aldın? Hadi gerzeklik yapıp aldın daha sonra neden kullanıyorsun?” demeye yeltenmişken arkadaşım daha beş dakika oturduğumuzu işaret etti. Hayatımın en uzun beş dakikası, hayatımın en yorucu beş dakikası. Ortamımı birkaç arkadaşa mesaj atarak bildirdim. Maksadım zamanın daha hızlı geçmesini sağlamaktı; ortamdan ayrı ama ortamın içinde gizliden gizliye insanları eleştiriyordum, tıpkı orta okul yada lise yılarında sınıf arkadaşlarının bacaklarına bakarak mastürbasyon yapan yeni yetmeler gibiydim. Mesajlarıma gelen cevaplar birbirinden ilginçti, akşama birini ayarlama şansın varsa dayan diyordu birisi; bir başkası ona o an ki yüz ifademi göndermemi istiyordu. Doğum günü sahibi neden hiç konuşmadığımı sorunca içimden “hah” dedim “kaşındı, artık kanlı dişlerimi gösterebilirim”. Arkadaşım ikinci kazığını atarak o hemen hemen hiç konuşmaz dedi. Birisi yaşımı sordu 31 dedim, “inanmam, şaka” cevabını aldım. “En fazla 25 yada 26 gösteriyorsun” diyen birisine geceleri yatmadan krem kullanıyorum dedim, ben şaka yapmıştım ama o inandı “hangi markayı?” sorusuna “vereceğim spermlerden üretilen bir krem, senin dikkatini sanırım balinalardan üretilen çeker” cevabını vermeye hazırlanırken, bir garsonun elinde doğum günü pastası belirdi ve doğum günü sahibini yeni yaşından dolayı kutlama merasimi başladı, masadakileri tek tek öpüyordu, bende öpmek zorundaydım. İçimde garip bir tiksinme vardı; neyi kutlayacaktım? Bunca yıl boşuna yaşadığını mı? Herkes artık daha yaşlı görünüyorsun esprisi yaparken “sanırım evde kaldığın tescillendi” cümlesi döküldü ağzımdan. Alınmıştı sanırım ama bozuntuya vermemeye çalışıyordu. Bense hedefime ulaşmıştım; pastamı yeme hakkını elde etmiş, sadece sıramı bekliyordum. Masadakilerin hemen hepsi rejim yapıyordu ve olabildiğince küçük dilimler istiyordu. Sıra bana geldiğinde “sen istersen toptan gerisini ver” dedim, “sanırım benden başka yiyen olmayacak”. Yalancı gülücüklerin içerisindeydim ve ayrılırken benimle tanıştıklarına memnun olduklarını söylüyorlardı, bense içimden bir daha karşıma çıkarlarsa onları nasıl öldüreceğimin planlarını yapıyordum. İçimdeki faşist ortaya çıkıyordu, aynı havayı tüketmeye hakkımız yoktu çünkü hakk yoktu.