27 Temmuz 2011

0 İhtarname

BİR SONRAKİ GÜN; KARAGÖLGE ORMANI

"Fanteziyi gerçeklikten çıkarırsak,bizzat gerçeklik tutarlılığını yitirip dağılır. ‘Ya gerçekliği kabul et ya da fanteziyi tercih et’ arasında seçim yapmak yanlış: Sosyal gerçekliğimizi gerçekten değiştirmek ya da ondan kaçmak istersek, yapılacak ilk şey bu gerçeklikle uyum sağlamamıza yol açan fantezilerimizi değiştirmektir." 
Slavoj Zizek,Yamuk Bakmak

Bir gece önceden gördüğüm rüyaların herbiri bir sonraki güne referans veriyor. Bir önceki gün planladığım şeylerin hepsi bir sonraki güne hazırlık. Bir gece önceden düşündüklerim bir sonraki günde gerçekleşme umudu taşıyor. Fakat bir tek bir sonraki gün var elimde. Soyutlaştırarak, rüya görerek, planlayarak, düşünerek geçirilen bir önceki gün baştan sona gerçekleştirilmiş bir gün olabilir mi? Zaten ondan da önceki gün düşünülmüş müydü?... Sonraki gün planlamalarla geçen önceki günün ardından israf edilmemesi gereken, geriye kalan tek gün mü?...

Bir sonraki gün geldiğinde beyin jimnastiği yapmanın bir anlamı kalmamıştı. Plan, program eşliğinde çıkılan yolda tesiri yüksek ve hayattaki payı büyük “belirsizlik” unsuru herzamanki gibi espiriliydi. Her plan ve düşünce onun nüktedanlığına bağımlı, gergefinde sıkışık, denkleminde basit ve belirli. Öyle miydi?

Bir gece önce planlanan ve o gün geldiğinde belirsiz anların, ruhu allak bullak ettiği bir yürüyüşün hikayesi...

Sabahın erken saatleri İzmir’de ayrı yaşanır. Sabahın erken saatlerini İzmir’de yakalamak kolaydır. İzmir’de “erken” ayrıcalıklıdır. İzmir’de zamanın bu bölümü izmirlilerin çok az kısmına eşlik eder. Bana da eşlik ediyordu. Ağaçlı ve boş yolda ilerlerken baş ucu saati daha çalmamış evlerin sıcaktan açık bırakılmış pencereleri davetkardı. Her pencereden içeri girilebilir, hafif sabah esintisiyle birlikte yumuşak ve deterjan kokan nevresimlerle örtülmüş geniş yataklarda yatılabilirdi. Yürümeye devam ettim!

Bornova’nın en büyük parkına geldiğimde bir önceki geceden hazırladığım 400 gr’lık leblebiyi teker teker ağzıma attığım anların, ruhu dolduran tadını yavaş yavaş hissetmeye başlıyordum. Yol boyunca görebildiğim insan sayısı bir elin parmaklarını geçmiyordu. Hayattan tad almanın İzmir’deki ayrıcalıklı zamanı yaşamak olması gerektiğini tercih edenler vardı ve tercihleri bedenlerine yansımıştı. Oradaydılar ve vardılar. Tercih ettikleri “erken” saatte bir elin parmaklarını geçmeyenler kulübünün üyeleri olarak birbirlerini selamlamaları çok normaldi. Ne işe gidiyorlar, ne de bir yere yetişiyorlardı. Gün doğumu ile birlikte uyanmışlar ve Bornova’nın en büyük parkında geziniyorlardı. Aralarındaki tek farklı kulüp üyesi bendim çünkü leblebi artık mideme ulaşmış ve oturmuştu!! Leblebi kuru, leblebi çekici, leblebi davetkar, leblebi tehlikeliydi.

Saat 08:30’da Küçük Park tarafından metroya gitmek isterken beni, küçük parkın küçük dünyasına çeken plan dışı bir arzunun varlığı rahatsız etmeye başladı. Kendimi korunaksız hissediyordum. Bastığım yerin yumuşamaya ve ayaklarımın yere gömüldüğünü farketmeye başladım. Küçük park kafeler girişi önce geniş bir yol ağzı ile başlayan sonra gittikçe daralıp nokta haline gelen bir derinliğin girişi gibiydi. Yumuşak zeminde tökezleyerek, kafamdan ayaklarıma kadar sürekli ve hızlı tekrarla elektrik titreşimleri gönderen bedenimin can havli telaşıyla kendimi karadeliğe doğru tüm enerjimi, tüm yükümü atmak üzere bıraktım. Gözlerimi açtığımda küçük park kafeler sokağında açık olan ve çayı olan tek kafede en dış masada otururken buldum kendimi. Ama kendimi arıyordum hala. Orada olmam dışında nasıl ve neden orada olduğumu bilemedim.

Önümde bir çay ve soğuk su, oturduğum koltuğun yanında sırt çantam ve durmadan kafamdan aşşağı su fışkırtan serinletme fıskiyeleri vardı. Ellerim titriyor, dizlerim bükülmek ve açılmak suretiyle sürekli hareket ediyordu. Ensemden kafenin brandasına asılmış bir pamuk ipliğinin sağlamlılığı kafamı olanca hızla masaya vurmamı engelliyor gibiydi. Bir su bardağına, bir çay bardağına bakan gözlerim arada sarmaldan çıkmak ister gibi boş kafeler sokağını kolaçan ediyordu. Bense bedenimin içinde biryerde oturuyor, dümeni bozulmuş geminin kaptan köşkünü el yordamıyla tanımaya çalışıyordum. İçerden bir ses garsondan istediğim hesabın sesiyle birbirine girdi. Hesap mı istedim yoksa garson mu seslendi?...

Gözlerimi açtığımda aynı şekilde oturuyordum. Elimde su bardağı önümde kolonyalı mendil ve garip birşekilde bana bakan Galatasaray forması giymiş sağ karşı çaprazdaki kafenin garsonu. Arka fonda Amy Winehouse’dan “You know I’m no good ”. Algılar açıktı! Fakat bedenimde hakim olabildiğim tek yer beynim kalmıştı. Artık fiziksel değil zihinsel bir mücadelenin tam ortasındaydım. Aklıma gelen tüm rasyonel içerikler, şiirler, romanlar, sosyal teorinin içinden çıkılması en zor alanları, düşünürler, gazeteciler, yazarlar ve daha onlarca kişi ve kurum zihnimde inanılmaz bir hızla dönmeye başladı. Herbirinin üzerinde duruyor, herbiri ve her konu hakkında kendi yorumlarımı gözden geçiriyor ve bu sırada da çantamdan çıkartıp önüme birşekilde koyabildiğim psikanaliz kitabını okuyordum. Aklımdaki her simge kitaptaki her kavramla eşleşiyor sonra da karşı kafedeki garsonun masaları kullanıma hazırlama gayretine bağlanıyordu. Bunların hepsini yapabildiğime inanmış olmalıyım ki gittikçe hızlanan nabzıma eşdeğer kafeler sokağının insan trafiği teker teker suratlarıyla birlikte zihnime kazınıyordu. Kafeler sokağı benim için bir kara delikti, şimdiyse zihnim etrafımdaki herşeyi yutan kara deliğin ta kendisi olmuştu..! Arka fonda The Doors’tan “The End” çalıyordu.
Devamını oku...

21 Temmuz 2011

1 Ay-Nur (vol.1 Kanlı Kontes) (part 4 Kusursuz Beden ya da Tanımsızlık)

Esin’e saygılarla

Peygamber böceklerinin ilginç bir çiftleşme seremonileri vardır; çiftleşmenin sonuna doğru dişi boynunu arkaya doğru çevirir ve erkeğin başını kopartıp yemeye başlar. Biyologlar bu durumu dölün kaybedilmemesi olarak yorumlama eğilimindedir. Erkeğin kafası kopunca sinir sistemi felç olur ve hareketsiz kalır, böylece dölü dışarı savurma ihtimali yoktur. Bense biyologların bu açıklama eğilimlerinin hayali kan-bağı merkezli ulus devletin etkisi altında olduğunu düşünürüm. Hayvana içgüdü olarak soyuna devam ettirme isteğinin yüklenmesi, içgüdüler sıralamasında annelik içgüdüsünün üstlere konulması doğaya bakışımıza ve doğayı yorumlayışımıza etki eden iktidar yapılarını gözümün önüne getirir. Ulus devlet düşüncesinde dölün kaybolmaması ile erkeğin başının koparılması arasında bir bağlantı kurulabilir fakat ulus devletlerin iflas bayrağını çektiği ve küresel şirketlerin at oynattığı ya da kimilerine göre post-modern olarak damgalanan günümüzde bu durum nasıl açıklanır.

Osmangazi’den pazaryeri yolunu izleyerek Bornova büyük çarşıya giden yolda dolaşmak bir şehrin üç farklı zaman dilimine eşlik etmeye benzer. Aynı zamanda mimarinin zaman içinde neden daha da aptallaştığını sorusunu sordurur. Çirkinleşen binalarla çirkinleşen kent… Büyük çarşının arka tarafı çiftçiler kıraathanesiyle ya da içerisinde bulundurduğu hırdavatçılarıyla, boyacılarıyla tamamıyla eril ortamdır. Kimi zaman ikiyüzlü fakat dertleriyle, kendilerini tanımlamalarıyla son derece dürüst bir yığıntının ortasında kalırsınız. Evine alacağı yeni bir televizyonun dekorasyonunu nasıl değiştireceği değildir muhabbet konuları, banka kredileridir, çocuklarının işsizlik sorunlarıdır. Mutsuzdur insanlar yığıntı haline gelerek mutsuzluklarını da paylaşırlar, kimi zaman başkasının başına gelenden ders çıkartma eğilimi vardır, kimi zaman yol göstermek istenir. Evin iç cephe boyasının hangi renk olacağından çok, boya fiyatları ve boyanın nasıl kullanılacağıdır sorun, yaşamın bir yerlerinde haksızlık vardır ne ensesi kalın akrabaları vardır ne de şans yüzlerine gülmüştür. Anlamadığım nokta ise neden yaşamlarını bir gıdım iyileştirmek yerine yaşama bakışlarını değiştirmekle uğraşmazlar; sorunlarının çözümünün ensesi kalın tanıdık olması ya da bizzat ensesi kalın olmak olmadığını farklı, düşünülmemiş yol, haritasız bir çözüm olabileceğini aklına getirmezler. Takım elbiseli, bakımlı elli, bembeyaz dişli erillik yoktur burada sarı dişli –eğer dişleri kaldıysa- ellerinin derileri çatlamış ve ne modasına ne de uyumuna bakılarak alınmış, bakıldığı ilk şeyin fiyatı ve dayanıklılığı olan kıyafetler. Sonuç olarak dürüsttürler ama aynı zamanda karısına, kızına ya da dışarda sevgilisine karşı efendi; son derece sert ve acımasız. Efendiliklerini sonuna kadar kullanmak isterler, güçlü olduklarını ve kadının tamamıyla onların sözleri altında olması gerektiği vb. sözleri havada uçuşurken dinleyebilirsiniz. İroniktir fakat hangi ortam ironik değildir ki. Feminist arkadaşlarıma çoğu söylemlerinde hak veririm fakat ya erkeğin erkek üzerindeki egemenliğini ve erkeğin gördüğü şiddet. Futboldan anlamıyorsanız, şahinle doğan arasında ki farklı bilmiyorsanız, masada kağıt oynanıyorsa kâğıdı masaya vurarak atmıyorsanız o ortama ait değilsiniz.

Toplasan arabayla 15 dakika mesafede ise küçük park vardır. Lisans dönemlerini bir simülasyonun içine girerek yaşamak isteyen, kendilerini bekleyen sorunlardan kaçmak için gidilen mekanlar öğrencilerle doludur. Öğrenci eşittir cinsellik düşüncesiyle belki iş çıkar mantığıyla gelen bol bol öğrenci olmayan da bulunur. Öğrenciler hangi bölümü bitirirse bitirsinler ya işsiz kalacaklarının ya da devlet memuru olmak için sınavdan sınava koşturacaklarını bilirler, özel sektörde çalışacaklarsa hayatlarının kayacaklarını ve koskoca yaşamda özgür-deli yaşayabilecekleri birkaç seneleri olduğunu bilirler. Diğerleri ise ya işsizdir, ya sınava hazırlıyordur ya da İzmir’in işsizliğinde bulabilmişlerse bir iş bol bol küfrediyorlardır ve bu kaçış ortamı cazip gelir. Öğrencilerin çoğu işsiz kalacaktır çünkü serbest piyasa denen zımbırtıda bu zımbırtıya uygun eleman olarak yetiştirilmemektedirler, etiketleri olan üniversite diplomaları ve aldıkları eğitim serbest zımbırtıya karşı eski ve köhne işe yaramaz kalmaktadır. Ve serbest zımbırtının koca göbeklileri yeni gelen çaylakların hem etinden hem de sütünden faydalanma taraftarıdır ve bu et lafın gelişi et değil kelimenin gerçek anlamında ettir. İzmir’de iş başvurularının sonunda eğer tanıdık çevreniz yoksa işe girip girmemeniz tamimiyle dış görünüşünüze bağlıdır. Prezantabl yani Türkçe anlamıyla gözümüz gönlümüz açılsın cümlesini daha ilk görüşmede duyarsınız. Pazar her yerdedir, et de…

Üzerimde tiksinmekten kendimi alamadığım bir koku vardı oysa her şey mantıklıydı; her şey doğal fakat düşünce ile savunmakla uygulamaya geçmek arasında büyük bir kırılma vardı, ben bu kırılmayı yeni yeni yaşıyordum. Bir noktada bazı prangalar bağlanmıştı ayaklarıma kıramıyordum ne kadar eylem bilinçsiz olsa da ya da bilinçsiz diye kendimi kandırsam da içimde bir yerler alev alev yanıyordu. Bir utanç vardı ve utanmak garip bir duyguydu.
Devamını oku...

7 Temmuz 2011

0 Ay-Nur (vol.1 Kanlı Kontes) (part 3 ya da Kusursuz Bedene Giriş)


Az olan değerlidir görüşüne karşılık topal eşek de değerli midir yanıtı verilir. İlk başta mantıklıdır eğer doğada bulunan az olan değerliyse topal eşeğinde değerli olması gerekir, fakat değerli değildir. Aslında değerlidir der ister istemez içimdeki piç, topal eşeğe tecavüz etmek isteyen bir müşteri bulduğunuzda değerlidir, olay sizin pazarlama kabiliyetinize bakar. Eğer müşteri bulamıyorsan topal eşeğe tecavüz etmenin gençliği geri getireceğine dair bir illüzyonda yayabilirsin, o zaman elindeki eşeğin değeri daha da artar. Bu yalana inanan bulunur mu, bana sorarsanız evet. Kanlı kontesin hikayesi bilinir fakat kanlı kontesten etkilenenlerin hikayeleri çok ama çok az bilinir fakat ya ölen bakireler...

İnsan neden hayal kurar, kimi zaman reklamlar etkisiyle bir ürünü alabilmek için güdülenmiştir -ki bu tip insanlara küfredilir; kimi farklı hayatlarında olabileceğine ve içinde bulunulan sistemin değiştirebileceğine dair hayalleri vardır ve hayallerinin peşinden koşar - ki bu insanlara sadece saygı duyulur; büyük bir kısımda vardır ki gündelik yaşamdaki acısını dindirmek için hayallerine sığınır -ki bu insanlara kaçtıklarının gözüne sokmak istenir.

Alsancak’ta ara sokaklardan birinde üç mekanın dizilişi varoluşumuz ironisini; acizliğimizi habersizce anlatır. Bir tarafta düşler yakası, karşısında hayalbaz ve mask müzesi ya da başka bir ifadeyle belediyenin çakma bir uygulaması. Üç tip hayalperestinde fragmanlarını görebilirsiniz, fakat bir yerlerde açıklayamadığınız belki de açıklamaktan çekindiğiniz bir şeyler vardır. Sanki izlemek bile istemediğiniz bir oyun vardır ve bu oyunun bir parçası olmuşsunuzdur ve içinizden bir yer oyuncu olduğunuzu ve bir bakıma iki yüzlü olduğunuzu hatırlamak istemez. Fakat bazen küçük bir olay oynanan oyunu kaçışları yüzünüze çarpar ve utanırsınız.

Elinde henüz bir iki aylık köpeğiyle bir çocuk masanıza yaklaşır ve abla sevmek ister misin diye sorar, zaten müşterisini bakışlarından yakalamıştır, köpeği sevme ihtimali olana daha da yaklaştırır fakat bu yaklaştırma sırasında parayla diye de eklemeyi unutmaz. Yavru bir kopeği severken aldığınız sadece yavru bir köpeğin tüylerinde dolaşan parmaklarınızın beyninizde yarattığı sinirsel etkileşim değildir. Hayvan severlik, anaçlık vb. o anı izleyenlerin size dair oluşabilecek tüm izlenimleri de satın almış olursunuz. Çocuğa parasını verdikten sonra ise güçlenen fragmanınızın etkisiyle mask müzesinin önünde; insanların ikiyüzlülüklerine, yaşamı birbirimize ne kadar zorlaştırdığımıza ya da o sıralar konuşulması popüler olan konulara dair söyleminize devam edersiniz. Bazı zamanlar çocuğa ödemeyi yapanlar ise köpeği seven kadın değil de köpeği seven kadını izleyenlerdir, fakat onların ödemeyi yaparken satın aldıkları köpeği seven kadını izlemek değildir, bonkörlük, paylaşımcılık vb. fragmanlarını güçlendiren izlenimlerdir. Bu alışverişten en karlı çıkan köpeği sevdiren çocuktur hiç bulunmayan bir şeyi satmıştır ve tecavüze uğrayan köpek ise uğradığı tecavüzden habersiz sahibine bakmaktadır.

Aynur'u düşündüm köpeği seven kadını izlerken; sattığı sadece bedeni miydi, o bedeni kiralayan biri o bedende hangi anlamları görüyordu; neleri satın alıyordu ve fragmanı nasıl güçlendiriyordu.

Mekanlar arasında dolaşmaya başlamıştım. önünde kalabalık gördüğüm mekana dalıyordum. Kimseyle konuşmak ya da tanışmak değildi niyetim sadece izliyordum; mekanlardaki müzikler sikimde bile değildi müzikten anlamasam da en azından müzikle eğlencenin bir ve aynı olmadığını ve bu mekanlarda müzik değil eğlence satıldığını bilecek kadar ayıktım. Fakat abartılı gülüşmeler zihnimi rahatsız ediyordu, en son bu rahatsızlığı bir travestinin yanından geçerken hissetmiştim iki defa üst üste patlattığı çikletin etkisiyle ona düşmeyen bakışlarımı üzerine düşürmekti amacı, görülebilir olmak o an onun pazarlama stratejisiydi fakat sadece o muydu bu stratejiyi kullanan, çevremde bu stratejiyi kullanmayan var mıydı. Zihnimde ise hem Aynur vardı hem de köpeği seven kadın, hikayeleri nelerdi iki farklı insanı zihnimde birleştirmeye çalışıyordum acaba yan yana gelmişler miydi bu sokaklarda. Kimlerin gençlik aşıları uğruna ölen bakireler arasına katılmışlardı ya da kimleri öldürmüşlerdi. Birbirlerini öldürmüşler miydi; acaba Aynur köpeği seven kadının giydiği çiçekli elbiseyi giymek istemiş miydi, çiçekli elbisesiyle etrafındakilerin başını döndüren kadın acaba Aynur’un kıyafetleriyle nasıl algılanırdı, boktan bir kumaş parçası kutsal ve murdar olanın farkını mı gösteriyordu ve neden biz aciz kullar, aciz tüketiciler hem kutsala hem de murdara karşı aynı seremonileri sergiliyorduk. Çiçekli elbiseli kadın aldığı hep çok güzelsin övgüsünden gururlanıyor muydu, Aynur acaba parayla ilişkiye girmediği birinden bu sözü duymuş muydu? Ya da diyordum parayla girilen ilişki ile parayla girilmeyen ilişki arasında ne fark vardı. Benzer pazarlama usulleri varsa kutsallıkla murdarlık neredeydi; Aynur’un kutsalı ile çiçekli elbiseli murdarı nasıl ortaya çıkardı. Aynur’a takılmıştım acaba ismindeki çelişkiler yumağından haberdar mıydı, bir tarafta temelleri pozitivizmden alması gerekirken temel kayması nedeniyle zorla inşa edilmeye çalışılmış ve bu nedenle kutsalını gizil bir yerlerde bulmuş ay’da cisimleştirmiş ve o gizili bayrağına taşımış; yaratılanların hepsinin yaratılıştan eşit olduğu düşüncesiyle birlikte nuru nur olanı da nur’un iktidarını da bünyesinde barındıran bir dinde ki tartışmaların ortasında Aynur’un kendine koyduğu isim onun küfürlerindeki ve kıyafetlerindeki sığlığın ve yavanlığın ötesinde şu an adını koyamadığım bir gizeme ve içinde bulunduğum zihinsel arada kalmışlığa mı işaret ediyordu. Aynur bilinçli olarak tüm müşterileriyle dalga mı geçiyordu. Sarhoş zihnimden çiçekli kıyafetli kadını da çıkaramıyordum; alın ey gerzekler mi diyordu sizin kadın olarak görmek istediğiniz bu; sizi eğlendiren fragmanlarınızı göstermenize olanak sağlayan küçük bir köpeği sevmesiyle bile bende görmek istediğiniz anlamları sizin gözünüzün içine sokan ve bu eylem içinde ödeme yapan ey erkekler mi diyordu; sizin ciğerinizi bilirim diyerek haykırıyor muydu. Acaba diyordum içimden satın aldıklarından haberdar olmadan bana mı izlettirdi kendini yoksa orada onu izleyen tüm erkekler gibi benimde acizliğimi bana mı gösterdi. Giydiği çiçekli elbisenin anlamlarını düşünürken kanlı kontesin parmaklarını boynumda hissediyordum ve o an ölen bendim. İkisi de kutsalı ve murdarı gözümün içine sokacak kadar hem kutsallıklarıyla hem de murdarlıklarıyla barışık hem de sınır tanımaz özgür kişiler miydi? Düşüncelere daldıkça hem Aynur’a hem de çiçekli elbiseli kadına olan hayranlığım artıyordu onlara hayranlığım arttıkça kendimi küçümsüyordum sığ beynim iki kadının eylemlerini çözümleyememişti, zihnim pes etmişti kendimle savaşıyordum.

Devamını oku...
SST Atölye