Oy pusulasında sadece iki seçenek varken “Yetmez ama Evet” ve “Boykot” seçeneklerini de ekleyerek dört seçenekli bir hale soktuğumuz referandum sürecinde çok net bir şekilde gördüğümüz bir şey vardı: Sosyal paylaşım ağlarından propaganda yapmak. Şimdi her demokratik seçim öncesinde olduğu gibi çok ciddi bir sınav içindeyiz hepimiz. Artık meydanlarda olmak, kahvehaneleri dolaşmak yetmiyor. Partilerin, adayların twitter adresleri, facebook sayfaları, web adresleri var. Blog oluşturacak, youtube’a video yükleyecekler biraz daha geri kalmış adaylar ICQ üzerinden soruları yanıtlayacak. Bu esnada biz yandaşlara da önemli bir görev düşmekte: Tabi ki PROPAGANDA!
Bugünlerde twitter en popüler sosyal paylaşım ağlarından biri. Özellikle 3G’nin ülkemize girişiyle ve operatörlerin faturaya yansıttığı cihaz kampanyalarıyla herkes her yerde paylaşım yapabilmenin heyecanını yaşıyor. Bu “herkes”in bir kısmının “herkez” yazdığını düşünürsek olay can sıkıcı bir hal alabiliyor. Fakat twitter kuşunun bir güzelliği var. Birilerinin neler yazdığını görebilmek için onunla arkadaş olmak zorunda değilsiniz. Facebook gibi insanların paylaşımlarını görmek için arkadaş olmak zorunda olduğunuz ortamlarda ters bir etki söz konusu çünkü. Beğendiğiniz, görüşünüze yakın bulduğunuz bir insanla arkadaşlık kurabildiğiniz gibi arkadaşlıktan çıkardığınızda kırabileceğiniz (arkadaşlıktan çıkarmak istemediğiniz) bir arkadaşınızın ilginç(!) gelebilen paylaşımlarına da katlanmak zorundasınız. Şahsen benim sayfamda “Bor” madeninin ne denli önemli olduğunu anlatan Banu Avar videoları, 3 yaşındaki kızımdan kötü kompozisyon yazan Yılmaz Özdil’in yazıları paylaşılabiliyor. Bu bende “Yılmaz Özdil’e bir miktar katlanabilirim belki ama o koyduğun fotoğraf nedir?” sorusu eşliğinde çıldırmalara yol açıyor.
Enformasyon kesinlikle insanların (toplumun) evrimleşebilmesi için gerekli durumlardan biri. 20 yıl öncesinde Emniyet Müdürlükleri ve okullara bilgisayar girdiğinde bu tarz bir gelişim yaşayacağımızı, ben de dahil olmak üzere, bir çok kişi öngörememişti. Ama çok hızlı modernleşen toplumumuz hemen internet propagandasına adapte oldu. Tamamen siyasi, tarihi, toplumsal bilgilerden uzak olarak paylaşım yapmak bilgi kirliliğinin en güzel örneklerinden biri olsa da, siyasi kavramlardan bahsetmenin ölümlere yol açtığı ülkemizde bu kadar rahat bir biçimde konuşabilmek ve fikir belirtmek bir nebze de olsa sevindirici.
Ancak paylaşım ağlarının propaganda aracı olarak kullanılmaya başlandığından bu yana beni rahatsız eden bir şey var. Hoşuna giden bir yazıyı paylaşan ya da paylaşılmış bir yazıyı beğenen (onu RT eden) birinin kendisini İncil’i almanca basmış Luther havasında görmesi haliyle çok tehlikeli. Aktivizmin, propagandacılığın böyle bir şey olarak düşünülmesi sokağa çıkabilen aktivistler açısından da tehlikeli. 80 sonrası sokakta slogan atan herkesin “anarşik” olarak nitelenip terörist damgası yediği ülkemizde bu önyargı halen var. Naif bir bakış açısı olarak görebileceğiniz bu tehlikeyi anlamak için sokaklarda slogan atarken ya da kapılarda yandaşı olduğunuz kişileri beklerken çevrenizden geçenlere ya da civar esnafı özenle kesmeniz önerilir.
Kaldı ki yıllardır “sol” cenahın yürüyüş ve eylemlerinde daha yaratıcı olması gerektiğini söyleyen biriyimdir. 2/4’lük ritimden uzaklaşılması gerektiği, kalıplaşmış bazı sloganlardan (Susma sustukça vs.) kaçınılması gerektiğini söyler dururuz. Biraz daha yaratıcı olmanın, daha farklı eylem koymanın net sesler çıkardığını, daha çok ilgi çektiğini “Genç Siviller”in eylemlerinde ya da lisesilerin son yaptıkları “YGS” eyleminde gördük. Sosyal paylaşım ağları, video paylaşımı, şarkı göndermek ulusalcılardan biraz daha yaratıcı olan biz sosyalist cenahın (sol demeye dilim varamıyor) sıkı kullanması gereken şeylerden. Bloglarımız, viral reklamlarımız, tivitlerimiz, facebooktaki eylemlerimiz daha sıkı olmalı. Her Banu Avar videosunun altına “Peki siz Sierra Leone örneğini biliyor musunuz?” yazsanız bile çok şey kazanıyoruz. En önemlisi daha iyi bir mizah anlayışımız olduğu gerçeğini de saklamamış oluruz elbette.
Eh herhangi bir parti liderinin birileriyle sevişirken çekilmiş videolarını paylaşacak kadar seviyesiz olamayacağımıza göre, hakaretamiz, aşağılayıcı, küçümseyici, ırkçı bir dil kullanamayacağımıza göre; insanlara yanlış bildikleri sosyalizmi, ırkçılık ile aynı denize dökülen bir nehir olan milliyetçiliği, beni uykularımdan uyandıran kabuslara neden olan laikliği, gelirse hiç de fena olmayacak olan demokrasiyi sosyal paylaşım ağlarından yavaş yavaş anlatalım. Onları güldürelim, eğlendirelim bir yerlere ilgiyi çekelim… Twitter, facebook üzerinden eylemlerimizi duyuralım, insanları çağıralım…
Ve daha iyi bir önerim daha var:
Sosyalistler meydanlarda olurlar. Bir sosyalist öğrenci olabilir, sanatçı olabilir, öğretmen olabilir, doktor ya da avukat olabilir, mühendis olabilir, işsiz olabilir. Sosyalist, 1 Mayıs’larda meydanlarda olur. Bayrağını, yoksa bir kumaş parçasını alır, şarkılarını söylemek için meydanlara çıkar. Çünkü bir sosyalistin işçilerin uğradığı haksızlıklara, ülkesindeki düzensizliğe, antidemokratik uygulamalara, işkenceye, hukuksuzluğa, katliama, ırkçılığa, kadına şiddete, homofobiye ve daha nice eşitsizliğe söyleyecek bir şeyi vardır. Günümüz sosyalisti bu 1 Mayıs’ta da meydanlarda şarkı söylemeli, eylem fotoğraflarını da facebooktan paylaşmalıdır. Twitter da olur.
Not: Yazının 1 Mayıs’ta alanlara hangi kıyafetle gelinmesi gerektiğini söyleyen kısmını Melis Alphan’a bırakacaktım ama dünya hümanist bilim çevrelerinde çok daha fazla saygı gören bir “kamusal alan” uzmanı olan Felix Sarotti’ye devrettim.
İnanılmaz keyif aldım. Bravo!
YanıtlaSil