tüm mikroplarla bizi takip ediyor.”*
Köklerini Aydınlanma düşüncesinde bulan modern toplum, dinselliğin egemen olduğu bir dönemin kapanışının da temsilidir aynı zamanda. Bu açıdan bakıldığında gündelik hayattan iktisadi yapılara kadar devrimci temayüller içerir. Modern toplumun en belirleyici özelliği Ortaçağın dinsel değerlerini reddederek yerine aklı egemen kılmasıdır.
Avrupa’da temizlik kültürünün modern tarihi, aynı zamanda temizlik ile ilgili süreçlerin de akılcılaşması ve bilimselleşmesinin tarihidir. Ünlü antropolog Mary Douglas’ın Saflık ve Tehlike isimli çalışmasında ifade ettiği gibi günümüz Avrupasına özgü kirlenme fikirlerimizle “ilkel” kültürlerin kirlenme fikirleri arasında göze çarpan iki ayrım bulunmaktadır. “Bunlardan ilki, kirden sakınmanın bizim için bir hijyen ya da estetik meselesi olması ve mensup olduğumuz dinle ilintili olmamasıdır.”1 Bu anlamda kir anlayışımızın dinden ayrılmasının altında toplumsal yaşamın ve kültürün sekülerleşmesi yatıyor gibi gözükmektedir. “Söz konusu ikinci ayrım ise, bizim kir anlayışımızın patojenik organizmalara ilişkin bilgimizin tesiri altında olmasıdır.”2 Hastalıkların bakteriler ve mikroorganizmalar yoluyla bulaştığının keşfi aynı zamanda modern tıbbın da yükselişe geçtiği dönemdir ve bu keşif tıp tarihinin en kökten devrimlerinden birini yaratmıştır. Öyle ki, tıp bilimi de bu dönemden sonra bilimin teknokratikleşmesine paralel olarak bu niteliği taşımaya başlamıştır. Avrupa’da özellikle Ortaçağda salgın hastalıkların yarattığı korkunun tortuları** 20. yüzyıla kadar etki etmiştir. Michel Foucault Kliniğin Doğuşu’nda doktorların, tıpkı idari yöneticiler gibi konumlandırılarak toplumsal pratikleri belirleyen ve ağızlarından çıkacak her sözün dinlendiği bölge yöneticileri haline gelişini aktarır.
Neticede 18 ve 19. yüzyılda tıp biliminde gerçekleşen bir takım dönüşümler ve gelişmeler tıbbı bir denetim aracı olma yönünde evriltmiştir. Nitekim doğanın nesneleştirilmesi ve denetim altına alınmasının, (örtük olarak) ona içkin olan insanın da denetim altına alınmasına dair bir gerekliliği içerdiği savı Aydınlanmanın radikal eleştirisi içinde hala yerini korumaktadır. Doğası gereği bu gün yine birçok radikal düşünür tarafından da denetimin ve tahakkümün egemen olduğu bir toplum biçimi olarak tanımlanan modern toplumda, tıbbın da bu denetim ve tahakküm mekanizmasının dışında kalması beklenemezdi. Nitekim 21 yüzyılın ilk on yılını geride bırakmış olsak dahi, salgın hastalıklar karşısında hala bir teknokratlar sınıfı olarak doktorlardan ve modern tıptan haliyle medet ummaktayız. Geçen yıl ortaya çıkan ve küresel bir salgına dönüşmesine ve milyonlarca insanın ölümüne neden olmasına kesin gözüyle bakılan H5N1, ya da en bilinen adıyla Domuz Gribi karşısında tüm dünyada ortaya çıkan ortak refleks bu durumun en önemli kanıtlarındandı. Oysa aynı Domuz Gribi’nin adı bu gün hiçbir yerde telaffuz edilmiyor. Öyle ki, anti-bakteriyel ürün pazarının adeta patlaması ile bu korku ve panik döneminin yükselişi de aynı sürece denk geldi. Bu gün hala, başta televizyon olmak üzere birçok iletişim kanalı yoluyla insan hayatının bakteriler ve mikropların saldırısı altında olduğuna dair ciddi bir yönlendirme yapılmaktadır. Anti-bakteriyel kategorisinde sunulan sabunlar, mendiller, kıyafetler, yataklar ise “hastalık terörü”nün yarattığı bu pazarın hiç de küçümsenmemesi gerektiğini göstermiştir.
Hayatın tıbbileşmesi karşısında insanoğlu yaşamını sürdürmenin gereği olarak doktorların ağzından çıkması beklenen sözlere biat eder oldu. Bu doğrultuda içinde yaşadığımız toplumda temizlik kültürünün tıbbi terimlerle açıklanan bir pratikler bütününü işaret ediyor olması şaşırtıcı değildir. Tabi, temizlik ürünlerinin tıbbi malzemeler gibi sunulması da… Günümüzde temizlik ürünleriyle ilgili hangi reklama bakılırsa bakılsın içinde mutlaka bir doktor figürü kullanılmaktadır. En temel temizlik pratiklerimize ve malzemelerimize müdahale eden bir doktorlar takımı mevcut artık. Ve temiz olmamız için neler tüketmemiz konusunda en yetkin kişiler onlar.
Suyun kutsal sayıldığı için vücudun hiçbir yerine değdirilmediği, ziyan edilmemesi gerektiği için ağza alınan suyun püskürtülerek yıkanılma işleminin gerçekleştiği dönemlerden, temizlenmenin hak olarak adlandırıldığı, estetik kaygıların bir parçası olduğu dönemlere uzanan süreçte birçok zihinsel ve fiziksel pratik haliyle dönüşüme uğradı. Bu dönüşüm içinde kapitalizmin ve modernite düşüncesinin devrimciliği, şu zamana kadar olmadığı biçimde bütün edimlerimizi, eski alışkanlıklarımızı alt-üst ederek, yaşamın her alanını rasyonalize etme çabasında yatar. Ancak asıl sorun tüm bu rasyonalitenin bir şekilde yine sistemin doğası gereği irrasyonaliteye dönüşmesidir. Tüketimin kutsadığı bir toplumsal kültür içinde tüketim pratiklerinin sürekli bir tatminsizlik üzerine kurulmasından temizliği hedef alan süreçler de bu bağlamda oldukça etkilenmiş durumdadır. Esasen hiçbir zaman tam anlamıyla temiz olamayacağımız fikri, mütemadiyen temizlenmek zorunda olduğumuz ve hep daha da temiz olmamız gerekliliğine dayanan diğer fikirlerimizle paralellik göstererek tatminin hiçbir şekilde mümkün olmadığı bir sürecin önünü açar. O halde temizlik ürünlerinin hep daha fazlasını vaat ettiği, her zaman daha temiz ve daha az kirli olmamıza hükmedeceği bir süreçten kaçınmak için temizliğe dayalı pratiklerimizin tarihsel ve kültüre dayalı, sembolik köklerini hatırlamak bir nebze de olsa kurtarıcı olacaktır.
* Anti-bakteriyel bir ürünün televizyon reklamından.
1 Mary Douglas, Saflık ve Tehlike, Metis yay., s.58
2 Mary Douglas, a.g.e., s.58
** Günümüzde de bu tortunun etkisiyle salgın hastalık korkusunun devam ettiğini ya da ettirildiğini düşünüyorum.