“Hastalık sadece bedende değil, -bir varoluş silsilesinin ontolojik anlamında- zamanda, yerde, tarihte, yaşanan deneyimin içeriğinde yani sosyal, günlük yaşamda ortaya çıkar.”
B. Good – Medicine, Rationality and Experience
"Öksürmek bir haksa, ağzı kapamak görevdir."
İstanbul-Beşiktaş'ta gördüğüm, her şeyi hak-görev mantığında algılayan zihniyetin yansıması gerizekalı bir bez afişten
Ölüm bilançoları, uzman tavsiyeleri, yetkili ağızlardan çıkacak tükürük sayısı beklentileri, korku, panik, dehşet günleri… Belli belirsiz bir vakitte başka bir virüsle tekrar küresel gündemi işgal edecek olan ve şimdilerde ise sanki birkaç ay önce böyle bir vaka yaşanmamışcasına unutulan domuz gribi salgınından arta kalanlar. Korku ve panik, unutturma biçimidir. Burada söz konusu olan odak ise ölümle gelen sonsuz hatırlayış değildir. Kaldı ki bilançonun verileri, ölçülebilirlik yoluyla denetim mekanizmasını çalıştırmanın aracıdır. O kadar çok korku ve dehşet içinde yaşamlarımızı idame ettirmeye çalışalım ki, bizimde o kadar bu “hastalık terörüne” yakın olduğumuz hissettirilsin ki, denetim bütünüyle beynimizi sarıp sarmalasın. Yine burada bahsedilen hastalığın gerçekliği değil, toplumsal gerçekliğin inşasıdır. Hastalığın salt tıbbi, biyolojik bir mesele olmadığını, toplumsal inşa yoluyla gündelik yaşamda yeniden üretildiğini anlamayanlar, en önemlisi “diseases” ile “illness” arasındaki farkı bilmeyenler bunu ancak fantastik ve komplo olarak değerlendirecektir. Ama Michel Foucault’un “Kliniğin Doğuşu” çalışmasında bize gösterdiği şey, hapishane gibi hastanenin de denetim ve gözetimin modern dünyadaki mekansal karşılığı olmasıdır. Hastanelerin açılma nedenlerinden biri de yoksul halkın ayaklanmasından duyulan korkuydu.
Nihayetinde, tarih boyunca mitler ve metaforlarla biçimlenen hastalık, modernitenin gündeminde yeniden ve yeni bir biçimle vücut bulmuş oldu. Egemen sınıflar şunu keşfetti: tarih boyunca uygulanagelen hiçbir tahakküm biçimi hastalık kadar bireyleri kuşatıcı olmamıştır. Hem de içsel olarak, hem de buna inanarak. Çok eski zamanlara gitmeye gerek yok, kısa bir zaman önce otobüste, metroda öksürdüğünüzde size nükleer atıkmış gibi bakan yüzleri görün, virüsten korunmak adına ellerine ikide bir garip yoğunluktaki sıvılardan boca eden zavallı toplumun bireylerine bakın. Kim ne derse inanacak kadar şuursuzlaşan beyinlerin derinliklerinde “şu vebalıdır, yakın!” dense hiç tereddüt etmeyecekleri bir ruh halini gözlemleyin. Tam da bundan sonra, sadece salgınların yoksul coğrafyalarını ve uluslararası ilaç tekellerinin piyasasını değil, “pandemicon”u, yani korku ve dehşetten kaçınma adına her türlü tahakkümü kabul edip, içselleştiren zavallılar toplumunu anlayabiliriz.
Nihayetinde, tarih boyunca mitler ve metaforlarla biçimlenen hastalık, modernitenin gündeminde yeniden ve yeni bir biçimle vücut bulmuş oldu. Egemen sınıflar şunu keşfetti: tarih boyunca uygulanagelen hiçbir tahakküm biçimi hastalık kadar bireyleri kuşatıcı olmamıştır. Hem de içsel olarak, hem de buna inanarak. Çok eski zamanlara gitmeye gerek yok, kısa bir zaman önce otobüste, metroda öksürdüğünüzde size nükleer atıkmış gibi bakan yüzleri görün, virüsten korunmak adına ellerine ikide bir garip yoğunluktaki sıvılardan boca eden zavallı toplumun bireylerine bakın. Kim ne derse inanacak kadar şuursuzlaşan beyinlerin derinliklerinde “şu vebalıdır, yakın!” dense hiç tereddüt etmeyecekleri bir ruh halini gözlemleyin. Tam da bundan sonra, sadece salgınların yoksul coğrafyalarını ve uluslararası ilaç tekellerinin piyasasını değil, “pandemicon”u, yani korku ve dehşetten kaçınma adına her türlü tahakkümü kabul edip, içselleştiren zavallılar toplumunu anlayabiliriz.